Zeynep Atikkan: Avrupa yazıları (2) Ortak hafızadan tarihçiliğe

Zeynep ATİKKAN
Haberin Devamı

Avrupa liselerinde tarih eğitiminin nasıl yapılması gerektiği tartışılırken ibre ‘Avrupa merkezli tarihçilikten’ daha evrensel tarih yaklaşımına doğru yön değiştiriyor. Tarihe bakış açısında çok ciddi bir değişim bu.

Bu ihtiyaç, Avrupa dışındaki ülkelerin tarihçileriyle daha yakın işbirliği gereğini doğuruyor.

Avrupa entegrasyonu, Türk borsasının diskotek çocuğu gibi günübirlik mutluluk çığlıklarıyla izah edilecek kadar kolay bir olay değil. Derin, yaratıcı, çok boyutlu ve sürekli bir entellektüel çaba gerektiriyor.

Buradaki önceliklerden birisi de tarih yazımında. Yani hem AB'yi oluşturan ülkelerin hem de Türkiye'nin Avrupa tarihini bugünün değişen parametreleriyle ele almalarında.

Bu ihtiyaç, tarihçi Lucien Fevre'in ‘Sadece bugünün tarihi vardır’ sözündeki gerçekten alıyor gücünü. O ‘bugün’ de ‘dün’ ile irtibatlı olduğuna göre!

AB ülkelerinde tarih kitapları nasıl yazılmalı sorusu ‘Avrupa tarihi’ fikrini Dünya tarihiyle daha çok irtibatlandırıyor. Ve de ortak hafızanın takıntılı psikolojisinden tarihçiliğin bilimselliğine doğru dümen kırıyor.

Bunun anlamı şu: Ulusal tarihte kendi kimliğini ararken Avrupa tarihinde bir bölgeye ve kültüre aidiyetin izlerini bulmak. Ve de bu ikisinin ayrılmazlığını yakalamak.

Avrupa tarihi çok yakın bir geçmişe kadar süren, büyük kin, husumet, kan ve savaşların tarihiydi. Ama bu süreç aynı zamanda Avrupa içinde gelişen bilim, teknoloji, akılcılık, kültür, demokrasi ve siyasi düşüncenin de tarihi oldu. Bugün tarihe bakmak demek bu bütün içinde kendini konuşlandırmak anlamına da gelmiyor mu?

Türkiye, AB'yle olan ilişkilerini ‘tarihsel bağlara’ ‘bağlayıp’ dururken bu sözlerin ne anlama geldiğini genç kuşaklara anlatmak durumunda. Bu nedenle de ev ödevinin en önemli derslerinden birisi tarih. Kendi kendimize anlattığımız ‘dün’e yarınları aydınlatabilecek biçimde yaklaşabilecek miyiz?

Balkanlar ve Kafkaslar'daki gelişmeler Türkiye açısından ‘tarih dersinin’ ne kadar hayati olduğunu kanıtladı.

* * *

Son yıllarda sivil toplum örgütleri, üniversiteler, tarih ve tarih eğitimi konularında ciddi atılımlar içindeler. Tarih yeniden keşfedilen bakir bir alan gibi.

Milli Eğitim Bakanlığı'nda ‘ders’ kitaplarının reformu yönünde bazı arayışlar olduğu biliniyor. Bunlar çok önemli gelişmeler.

Ancak tarihiyle ve geçmişiyle bu kadar övünen bir ülkenin verdiği ‘tarih eğitimiyle’ hem bölgesine hem de üye olmaya çalıştığı Avrupa'ya ışık tutması beklenmez mi? Türkiye'nin böyle bir ayrıcalığı ya da mukayeseli üstünlüğü yok mu?

90'ların ortasında Boğaziçi Üniversitesi'nde Prof. Halil Berktay'ın düzenlediği uluslararası bir konferansta Balkanlar'daki tarih kitaplarının nasıl reforme edileceği tartışılmıştı. O günden bugüne Bosna ve Kosova'da olanlar bir Avrupa trajedisi olarak 2000'lere taşındı.

Dün, Prof. Berktay'a ‘o günden bugüne ne oldu’ sorusunu yönelttiğimde Avrupa Konseyi'nin girişimleriyle tarih ve tarih eğitimi konusunun bir Avrupa meselesi olarak ele alındığını öğrendim.

1998 yılının Kasım ayında Avusturya'nın Graz kentinde düzenlenen ‘Barış, demokrasi ve istikrar için eğitim’ konulu toplantıda ‘tarih ve tarih eğitimi’ inceleyen çalışma grubunun önerileri siyasi platformda da dikkate alınıyor artık. 1999'da oluşturulan Güneydoğu Avrupa için İstikrar Paktı, tarih eğitiminde daha evrensel ve insani yaklaşımı öngören bu önerileri gündemine katıyor.

Türkiye'yi temsilen bu toplantılara katılan Prof. Berktay'ın da belirttiği gibi ‘Düşmanlık üretenlerin’ karşısına liberal, demokrat anlayışın, kültürel set çekmek için paçaları sıvaması çok önemli.

AB'ye entegrasyonunu düşünen Türkiye ‘tarih’ eğitimiyle çok yakında ilgilenmek zorunda!

Yazarın Tüm Yazıları