Paylaş
TÜRKİYE'yi de kapsayan genişleme kararından sonra ‘‘Avrupa kimliği’’ ve ‘‘Avrupa coğrafyası’’ nedir sorusu, AB'nin entelektüel gündemini yoğun biçimde işgal etmeye başladı.
Bu aşamada ‘‘kimlik’’ tartışmasının ‘‘savunma kimliği'' ile eşleşmesi son derece ilginç. Avrupa Para Birimi, güçlü bir entegrasyon aracı olarak görülmesine rağmen ‘‘kimlik tartışmalarına’’ malzeme olmadı. Savunma, silah ve ordu konuları ‘‘kimlik’’ ve ‘‘aitlik''le özdeşleşiyor bir bakıma. AB'nin oluşturmaya çalıştığı Avrupa Savunma Kimliği de bir ‘‘ortak savunma politikası’’ olarak algılanıyor. Bunun bir adım ilerisi ise ‘‘Avrupa ordusu’’. Resmi söylemde ‘‘ordu’’ kelimesi telaffuz edilmiyor, ama gidişat bu yönde.
Türkiye'yi çok yakından ilgilendiren bir süreç bu. Çünkü ‘‘Avrupa Savunma Kimliği’’ denilen oluşum bugünkü biçimiyle Türkiye'yi karar mekanizmasının dışında tutacak özellikte. Türkiye'nin bu konuda hassasiyeti ise AB nezdinde pek önemsenmiyor. Ve de böylesine hayati bir gündem Türkiye'de yeterince tartışılmıyor.
Zaten Helsinki sonrasında esen bayram havasından sonra AB'yle bütünleşme marjinal bir mesele olarak rafa kalktı. Olaya AB cephesinden bakınca da durum pek farklı değil. AB'nin projeleri ve stratejik vizyonu tartışılırken Türkiye gene telaffuz edilmez oldu.
Oysa sadece Avrupa Savunma Kimliği bile yeterli AB'deki gelişmeleri yakın takibe almak için.
Bu konuya ‘‘Nasıl olsa Amerika bizim sorunumuzu çözer’’ mantığıyla yaklaşmak son derece hatalı. Bugüne kadar Avrupa'yla ilişkileri Amerika desteğiyle yürütmek belki belli sonuçların alınmasında etkili oldu. Ama Türkiye'nin artık kendi Avrupa politikasını şekillendirmesi ve bunu kendi kamuoyuna mal etmesi gerekmiyor mu?
* * *
Avrupa Savunma Kimliği'ne gelince, bu nokta Amerika ile Avrupa arasında giderek ciddi bir gerilim noktasına dönüşmekte.
Kosova krizinden sonra Amerikalılar ‘‘Avrupa biraz kendi sorumluluğunu üstlensin. Avrupa savunmasının yükünü paylaşsın’’ demeye başladılar. Bu çağrıya eşzamanlı olarak Avrupa'da ‘‘Balkanlar'da barışı Avrupa sağlamalı’’ şeklinde görüşler ortaya atıldı. Fransa bu işin başını çekti. Bu sürecin sonunda ‘‘Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği’’ fikri ortaya çıktı. Ve bu fikir Avrupa politikasını Amerika'yı incitmeden sürdürmeye özen gösteren İngiltere tarafından bile destek gördü.
Avrupa savunmasına yönelik gelişmeler ‘‘kimlik’’, ‘‘aidiyet’’ vs. diye sunulduğu sürece Amerika'yı fazla rahatsız etmedi. Hatta Amerikalılar ‘‘kimlik arayışı’’ ‘‘savunmayı değil psikiyatriyi ilgilendirir’’ diyerek bir süre olayı dalgaya aldılar.
Ancak Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği'ni güçlendirmek için atılan adımlar AB'den beklenmeyecek kadar hızlı bir yapılanmayı ortaya çıkardı. Bu noktadan itibaren Amerika'nın kaşları çatılmaya başladı.
* * *
Şimdi karşılıklı göndermeler ve jestlerle sürüp giden bir gerilim yaşanıyor Atlantik'in iki yakasında. ABD, ‘‘Avrupa Savunma Kimliği’’nin giderek bir ‘‘savunma politikasına’’ dönüşmesinden son derece rahatsız. Bunun NATO'yu zayıflatacağı görüşünü savunuyor. Paralel kararların oluşmasından endişeleniyor.
Avrupa'nın buna yanıtı ise ‘‘Biz NATO'nun alternatifi değiliz’’ şeklinde. Bu tabii ki resmi olan yani kamuoyuna yansıyan söylem. Ama biraz derine inince anlaşılıyor ki Avrupa'nın günlerce tartışarak alacağı ya da alamayacağı kararlara göre Amerika'nın bir savunma stratejisi şekillendirmesi söz konusu değil.
Avrupa savunmasıyla ilgili gelişmeler doğrudan NATO'yu ilgilendirdiğine göre ABD bu noktada son derece hassas.
Avrupalılar ise ABD'nin askeri stratejileri sadece kendi iç politika hesaplarına göre belirlediği görüşündeler. Ve ‘‘Avrupa'nın savunmasının Washington'ın iç politikasına alet edilmeyecek kadar ciddi iş olduğunu’’ vurgulamaktalar.
Tabii bu noktada ‘‘Şimdiye kadar aklınız neredeydi’’ denebilir. Zaten üstü kapalı deniyor da!
* * *
‘‘Avrupa Birliği'nin’’ yeni vizyonu bu soruya verilecek yanıtlarda saklı. Ve de her şey hálá muallakta. Yani Avrupa'nın ‘‘adı’’ var ama ‘‘tanımı’’ ortada görünmüyor.
Ancak bütün bu sorunlara rağmen gücü ve zaaflarıyla Avrupa ‘‘ortak bir geleceğe yatırım’’ anlamına geliyor. Tam üye olmak istediğimiz bu bütünü entelektüel bir derinlikle düşünme zamanı artık gelmedi mi?
Paylaş