Paylaş
Günün birinde bir savcı çıkar anılarını yayınlar.
Öyle gerçekler ortaya çıkar ki, ortalıkta büyük devlet adamı diye geçinenler bir çırpıda tarihin çöplüğüne atılıverir.
Bütün taşlar yerine oturur.
Kimse de çıkıp bu gerçekleri saptırmaya kalkışamaz. Üstünü örtemez. Toplumun vicdanında yargılanan bu insanlar, bir daha kurtarıcı rolüne bürünüp ahkâm kesemezler.
Ciddi toplumların buna tahammülü yoktur.
Bunun adı şeffaf düzendir.
Geçtiğimiz günlerde Amerika'da, İrangate olayını araştıran savcı Lawrence E. Walsh'ın yayınladığı kitap işte böyle bir anlayışın ürünüdür.
Çünkü savcı Walsh, anılarında, Reagan'ı, Savunma eski bakanı Caspar Weinberger'i, Reagan döneminin Ulusal Güvenlik danışmanı Robert C. McFarlane'i ve üç CIA yetkilisini tarihin çöplüğüne gönderiveriyor.
Savcının yazdıklarından sonra ne Reagan'ın ne de o dönemin anlı şanlı Savunma bakanı Weinberger birer kahraman gibi ortada dolaşabilir artık. .
Savcı Walsh'ın Firewall (Yangın Duvarı) adlı kitabının vermek istediği mesaj şu:
Kongre kararına rağmen İran'a uçaksavar füzesi satan Reagan yönetimi affedilmeyecek dolaplar çevirmiş. Yani, hukuk düzenini yok sayma, dünyanın her yerinde var. Walsh'ın anlattıklarına göre, CIA'nin füzeleri satma yetkisi olmadığı için dönemin Başkanı Reagan'a bir kağıt imzalatılmış.
Ve bu şekilde uçaksavar füzeleri İsrail'den yola çıkmış. Bundan elde edilen para da Nikaragua'ya gönderilmiş, vs...
Bir dizi kanun dışı olayı anlatıyor Amerikalı savcı anılarında. Dönemin çok başarılı Savunma Bakanı diye sunulan Weinberger'in de adı pekçok yasa dışı işe karışıyor.
Reagan'dan sonra iş başına gelen Bush yönetimi de bütün bu pislikleri örtmüş. Sorumluları affetmiş.
Bu arada soruşturmayı yürüten savcı Walsh üzerinde ciddi bir baskı kurulmuş. Cumhuriyetçi Parti'ye yakın medya, Walsh'ı yaylım ateşine tutmuş.
Nedir bundan çıkan sonuç?
Açık toplumlarda da kanun dışılık var. Her iktidar baskı yapabiliyor.
Ama hiç beklenmedik bir yerden bir savcı çıkıyor, anılarını yayınlıyor ve toplum gerçekle kucaklaşıyor.
Bu anılardan sonra, İrangate'in sorumlularının bir vatan kahramanı, kurtarıcı, altın adam falan rolünde ülkede dolaşmaları mümkün olamaz.
Mesele düğümü de burada. Bu açıklıkta, bu şeffaflıkta.
Herkesin sustuğu, üçüncü dünyada ise lider goygoyculuğu yapan gazeteciler tarihi yönlendiriyorlar.
‘Lider dadısı’ konumundaki gazetecilerin yağcılıklarıyla tarih yazılınca da toplum hiçbir zaman gerçekleri öğrenemiyor.
Pisliğin özenle korunduğu ve desteklendiği düzenlerde pislik, pislik sinekleriyle birlikte hep başımıza musallat oluyor.
Şeffaflık talep etmeyen toplumların kaderi bu.
Sorumlu, hatalı, şaibeli olanlar kamu vicdanında yargılanmadığı için bu güruh, iki de bir kurtarıcı rolüne bürünüyor.
Alkışlar, methiyeler içinde sahneyi kaplıyorlar.
İşte bunun adı üçüncü dünyalılık.
Üçüncü dünyada sorgu sual, merak etme, öğrenme, yargılama, toplum vicdanına sunma vs. yoktur.
Türkiye'de anılar yazılsa...Savcılar, bürokratlar bildiklerini, yaşadıklarını ortaya koysalar.
Kaç kişi kalır ayakta?
Kaç kişi, bu toplumun yüzüne bakabilir?
Kaç kişi, hâlâ kurtarıcı diye ortada dolaşabilir?
Üçüncü dünyanın bu molozlarının gücü, gerçekleri yazma geleneğinin gelişmemiş olmasından kaynaklanıyor.
Paylaş