Zeynep Atikkan: Almanya'nın yeni iddiası


Zeynep ATİKKAN
Haberin Devamı

FRANSIZ Parlamentosu'ndan çıkan soykırımı yasasından, Avrupa ordusuna kadar uzanan bir dizi yeni gelişme, Avrupa'nın gelecek mimarisiyle ilgili ipuçlarını içeriyor. 1 Şubat 2001 tarihli yazımızda bu siyasi mimarinin en önemli sektörünün Almanya olduğunu ve bunun başta Fransa olmak üzere diğer AB ülkeleri tarafından ‘‘endişe’’ ile gözlendiğini belirtmiştik.

Geçen hafta International Tribune Gazetesi'nde yayınlanan ‘‘Almanya, Avrupa'da ılımlılık rolüne soyunuyor’’ başlıklı bir yazıda bu ülkenin ‘‘yeni liderlik’’ stratejisi ortaya konmuştu.

Aslında son yıllarda gözlenen bir tırmanışın öyküsü bu. Avrupa Birliği ile ilgili haberlere çok duyarlı olmayan Amerikan basını bile, sık sık ‘‘AB'deki Almanya faktöründen’’ söz ediyor artık.

Bonn Almanyası'ndan Berlin Almanyası'na... Başkentin taşınması Soğuk Savaş sonrası Almanyası'nın siyaset ve diplomasi reflekslerini yeniden şekillendiriyor. Herald Tribune Gazetesi, bu değişimi şöyle anlatıyor:

Almanya, Avrupa Birliği içinde siyasi otoritesinin arttığının bilincinde. Özellikle AB'nin Doğu Avrupa'ya ve Baltık ülkelerine doğru genişleme perspektifinde güç dengesini Almanya'nın leyhine işliyor. Önümüzdeki on yıl içinde Almanya'nın bölgedeki etkisi daha da artacak. Görünen köy kılavuz istemiyor.

Bu yeni gerçek Avrupa'yı nasıl etkiler? Alman Şansölyesi Schröder, Almanya'nın yükselen gücünün ‘‘AB kurumlarının himayesinde’’ olması gerektiğini düşünüyor. Bu nedenle AB'nin kurumsal anlamda güçlenmesini savunuyor. Bir Alman bürokratına göre bu yaklaşım, Almanya'nın Avrupa'da üstlenmek istediği ‘‘ılımlılık rolünün bir parçası’’. Bu bağlamda Alman hükümeti, NATO'nun ve Amerikan askeri gücünün Avrupa'daki varlığının gerekli olduğunu düşünüyor. Almanya ‘‘ulus devletin pek çok yetkisinin’’ AB'ye teslim edilmesinden yana. Ancak Fransa, İngiltere, Danimarka ve İsveç, Almanya'nın öngördüğü boyutta bir yetki teslimine hazır değiller. Bu da ciddi bir gerilim noktası.

Almanlar, yetkilerin AB'ye teslimi yolunda ciddi bir hamle yapılmadığı takdirde Alman toplumunun ‘‘tek başına Almanya'nın liderlik rolünü üstlenmesini’’ talep edebileceğini ve bunun çok ‘‘rahatsız edici’’ bir durum olabileceğini söylüyorlar. Bir dizi üstü kapalı söz arasında ilk kez bu kadar netlikle bazı gerçekler ortaya konuluyor. Almanya'da milliyetçiliğin yükselişinden yabancı düşmanlığına kadar varan tehlikeli gelişmelere karşı ciddi uyarılar bunlar.

Bu arada Almanya'nın popüler Dışişleri Bakanı Joschka Fischer de ‘‘Avrupa içindeki çıkar çelişkilerinin dengelenebilmesinde Amerika'nın varlığının gerekli olduğunu’’ söylüyor.

Almanya, AB'nin çok önemli kilometre taşlarından biri olan ‘‘Alman-Fransız ilişkilerini’’ de Avrupa ve NATO bütünlüğü içinde değerlendiriyor. Berlin diplomasisi, Almanya'nın Moskova ile ciddi bir işbirliği istediğini buna gene AB ve NATO kapsamında çok taraflı ilişkiler açısından bakıldığını ifade ediyor.

Görüldüğü gibi Avrupa Birliği ilginç bir süreçte. Alman diplomatlar, Fransa'nın ‘‘modernist güçlerinin’’ güçlü bir AB fikrine inandıklarını ancak bugünkü Fransız yönetiminin hálá geleneklerini aşamadığını ifade ediyorlar.

Ortada çağı anlamak ve ‘‘modern olmak’’ gibi bir mesele var. Gelenekleri aşamayan statüko, ‘‘güçlerin Almanya'nın bir hınzırlık yapabileceğine inanıyor.’’ Çünkü bilinçaltı böyle işliyor.

Bütün bunlar doğru ya da yanlış olabilir. Ama AB denilen yapı, çok sayıda siyasi gücün, aktörün, saplantının, değer yargısının elinde bir taraftan diğerine çekiliyor. Bu karmakarışık ortamda ortaya çıkan tek bir gerçek var: Bugünün dünyasında ‘‘net pozisyon koyanlar ve de bunu ileri değerlerle buluşturmaya çalışanlar’’ mesafe kat ediyor. Galiba Almanya'nın son yıllarda kazandığı ‘‘siyasi otoritenin nedeni’’ biraz bundan kaynaklanıyor. Tabii bu noktada da her şey de mükemmel değil. Örneğin Lüksemburg'da Türkiye'nin dışlanma operasyonun büyük çapta Almanya tarafından yönetildiği söylenmişti. Almanya, Türkiye-AB ilişkilerinde hiçbir zaman net bir pozisyon ortaya koymadı. Bu da Almanya'nın ‘‘statükosunun’’ uyutma politikası galiba.

Soğuk Savaş'tan çıkış süreci kolay olmuyor. En az problemli gibi gözüken ülkeler bile bu belirsizlik ortamından etkileniyorlar. Türkiye'nin yanlışı ise AB'yi bir Soğuk Savaş kurumu sanmasında.

Demodeler ‘‘yarınların tasarımını’’ yapamazlar.

Yazarın Tüm Yazıları