Paylaş
Adapazarı- Gölcük
‘Bölgeye gelip üzülüyorlar. Sonra üzüntülerini burada bırakıp gidiyorlar’. Siyasi sınıfın deprem bölgesindeki turları halk tarafından işte böyle algılanıyor. Bir çeşit siyah Mercedes teşhirciliği gibi, acıyı paylaşmanın yeni kodları oluşmuş çünkü. Kendisini bölgeye adamış insanlara, kadınlara rastladım. Onlar bir yıldan beri sadece deprem bölgesini soluyorlar.
Şimdilerde yerel yönetimler ve hükümet hızlandırılmış anma programlarının telaşı içinde. ‘17 Ağustos günü yapacağım konuşmada şunu bunu söyleyeceğim’ diyor görüştüğüm yerel yöneticiler. Ne kadar dinleyici bulurlar bu da kendileri açısından ciddi bir politik sınav kanımca. Halk ise 17 Ağustos'u katil müteahhitlerin adları yazılı tişörtler giyerek, gece 03.02'de bütün elektrikleri yakarak, sokaklarda kilometrelerce insan zinciri oluşturarak anmaya hazırlanıyor.
Ateş düştüğü yeri kavuruyor.
Konutlar prefabrikleşse de hayatların prefabrike olması mümkün değil tabii ki. ‘Bilmem ne kadar prefabrik ev yapıldı’ demek bu noktada anlamsızlaşıyor işte. Her şeyin yeniden tanımlandığı deprem bölgesinin en belirgin özelliği yaşanmakta olan derin ‘güven bunalımı’.
Yerel yönetimler merkezi otoriteye güvenmiyor. Kendilerine danışılmadığı için bir dizi yanlış yapıldığı kanaatindeler. Onlara göre yapılan hasar tespiti yanlış dolayısıyla inşa edilecek konut sayısı yetersiz. 2000 yılının sonunda bitirilmesi öngörülen pek çok konutun istimlak işlemlerinin dahi başlamadığını söylüyorlar.
Merkezi otoritenin deprem bölgesindeki temsilcilerinin ise yerel yönetimlere güveni yok. Bu nedenle pek çok karar belediyeler atlanıp Ankara'dan alınıyor.
Sivil toplum kuruluşları hem yerel yönetimlere hem de hükümete öfkeli. Aralarında birbirlerini eleştirenlerin sayısı da az değil. Sivil toplum kuruluşlarında da ‘bölge benden sorulur’ psikolojisi oluşmuş.
Halk ise herkesten şikayetçi. Depremzedelere gönderilip de ulaştırılamayan yardımların hesabını soruyor. Memur maaşlarının deprem yardımlarıyla ödenmiş olması hálá belleklerde. Bitmemiş altyapı çalışmalarından, hastane ve eğitim sorunlarına kadar, bir dokunup bin dinliyorsunuz.
Belediye Meclisi Yalova'da, üç katın üstünde imar izni verilmemesi için karar alıyor. Siyasi geleneği ilkesizlik ve rant dağıtıcılığı üzerine kurulu bir düzende bu karar ister istemez ‘uygulanır mı’ sorusunu akla getiriyor. ‘İmar affı’yla üçüncü dünyaya ait seçim kazanma manevralarını çağrıştırıyor. Görüştüğüm Adapazarlılar ‘deprem olmasaydı 6-7 kata izin vermek için 17 Ağustos’ta belediye meclisi toplanacaktı' diyorlar. Ve elime 1967 depreminden sonra hazırlanmış bir raporu tutuşturuyorlar; vaatler hep aynı, aklın yolu ise hep ‘bir’. Ya uygulama?
Önümüzdeki haftadan itibaren bölgeden bir dizi haber ulaşacak. Siyah Mercedes akını başlayacak. Clinton usulü bebek kucaklama, burun mıncıklatma seansları başlayacak.
Bölgede öyle bir güven bunalımı yaşanıyor ki siyasi gelecek için iki üç katları göbeklerini titreterek altı yedi kata çıkartan kafaları çağrıştırıyor pek çok şey. En iyi niyetli en masum girişimler bile.
Yüzyılın faciasında ‘yüzyılın başarısı yok’! Zaten olamaz da. Bu nedenle kimse ‘bölgenin başarılı adamı’ öykülerini filan yazmaya kalkışmasın. Yapılması gerekenleri alkışlamak kendi üçüncü dünyalılığımızın tescilinden başka bir şey değil! Üstelik beklentilerin standartları da o kadar aşağı çekilmiş ki! Bir park iki çiçeğe tav oluyoruz.
Bölgedeki acıya ulaşmak ancak idealist insanların tevazusu ile mümkün. Beceri ise ancak bu temel üzerinde bir anlam kazanabilir!
Paylaş