Paylaş
Bir de bakıyoruz ki kıpır kıpır zıplamaya hazır bir ülke müzeye kapatılmış. Coşku bastırılıyor. Koşu dizginleniyor.
Burası 80'lerin müzesi.
Bilet kesip gezdirelecek gibi değil (pek gezmek isteyen de yok zaten). Müze bekçilerinin kimisinin siyasi hüviyetinde 70'lerin soğuk savaş izleri var. Birçoğu da 80'lerde, oradan buradan toplanmış siyasi aktörler. Bu zevatın bugünkü görevleri 80'ler müzesinin bekçiliğini yapmak. Türkiye'yi 90'lara taşımamak ve de 21. yüzyıla geçirtmemek.
90'ların entellektüel canlılığı, siyasi turfandalığı toplumları süreklerken kim gelip gezer bizim bu hantal müzeyi?
90'lar, bütün dünyada almış başını gidiyor.
Tempo yepyeni, talepler canlı mı canlı...
Birey şahlanıyor. Sivil toplum güçleniyor. Demokrasi kapsamlaşıyor.
Siyasi çözümlerin anahtarı daha fazla özgürlükte. Hayatın farklı aktörlerden oluştuğunu kabul eden bir zihniyet hakim oluyor toplumlara. Teknolojinin yaygın kullanımı mükemmeli demokratikleştiriyor.
Yeni ahenklerin cümbüşünde mutluluğu arama yolları açılıyor.
Dünya'nın birçok yerinde bugün, 80'lerin izleri görülse de sanıyorum ki en yüksek doz Türkiye'de. Türkiye'nin yeniyi yakalamaktaki mutlak direnişinde.
Türkiye'deki 80'ler müzesi neyi ve kimleri barındırıyor?
Öncelikle dünyadaki değişim ve canlılıktan bihaber olanları. Yani bugünkü siyasi sınıfın bir bölümünü. Onlar, 80'ler müzesinde hem teşhir ediliyorlar hem de müzenin bekçiliğini yapmaktalar.
Müze, tabii ki Susurluk'u koruma altına almış. Gelecek kuşaklar gelip görsün, ‘Türkiye seninle gurur duyuyor’u haykırsın diye korunuyor.
80'lerden bugüne uzanan bütün yolsuzluklar, avantalar, özel sinyalizasyon yöntemleriyle güvence altında burada.
Müze, 12 eylül yasalarına özel teşhir bölümü açmış. Bu salonun ek bölümünde ‘hukuksuzluk’ taht kurmuş.
Dinamizm diye yutturulan ‘kuralsızlık’ müzenin demirbaşı olmuş. Demirbaşın altına ‘Türk ekonomisinin çağ atlama formülü’ diye açıklayıcı bilgi düşülmüş.
Büyük salonda, ‘demokrasi’ ile ilgisi olmayan 80'lerin lideri Özal'ın fotografı çerçevelenmiş. Bugünkü müze bekçileri de aynı yolu izlemekteler. 80'lere damgasını vuran ‘yaptım oldu. İstediğimi seçtim, bitti’ anlayışını korumaktalar. Lider sultası, parti içi diktatörlük, siyasete kazınmış kavramlar. Müzenin de temel sloganları bunlar.
CHP lideri Baykal'ın ve de Başbakan Yılmaz'ın parti içi demokrasiyi hiçe sayarak ortaya koydukları tavır da 80'ler müzesinin arşivine girecek tabii ki.
Müzede bir de başarısızlık kolleksiyonu bulunuyor. Partilerine seçim kaybettiren liderlerin, parlamentoya uğramayan milletvekillerinin ödülleri sergileniyor bu özel bölümde.
80'ler müzesinin habercileri ve yorumcuları da var tabii ki. 80'lerden miras kalan bu zihniyet üstatlar arasında yer almaktan epey memnun. Müzeliklerle konuşa konuşa başka dünyaların da var olabileceğini düşünemiyorlar.
Müzeyi, müzenin bekçileriyle yakınları gezmekteler sadece.
Onlara da her seferinde, ‘Bu dönem kişisel yakınlıkları, kural ve fikirlerin üstünde tutma dönemidir. Bu nedele özenle korunmalıdır’ şeklindeki açıklayıcı bilgiler veriliyor.
Onlar da genel kültürlerini geliştirip, geleceklerinin sağlam olduğu güvencesini alıp müzeden çıkıyorlar.
Müzede pineklemek mi? Yoksa hayatın içinden fışkıran taleplerle reformları gerçekleştirmek mi? Türkiye'ye modern normları yerleştirmek için büyük stratejileri öngörmek mi? Bu normları Avrupa Birliği'nin normlarına doğru yönlendirmek mi?
Eğer Türkiye bu yol ayırımındaysa o zaman daha çok talepkâr olmak gerekmiyor mu?
Paylaş