Ali Taran’ın, fındığı Japonlara avuçlarının içinden çubukla yedirttiği reklamı eleştirmiş Cengiz Semercioğlu.
"Teknolojide almış başını gitmiş koca bir ulusun zekasını böyle tiye almak yakışıksız olmuş" diyor.
Ardından da reklamın yapımcısı Ali Taran’a, "Kendi ekibini reklamda oynatsın, suşiyi avuçla yerken" diye takılıyor.
İlk eleştirinde haklısın da sevgili Cengiz, Ali Taran böyle bir film çekse ekibini görgüsüz yerine koymuş olmaz ki.
Bilakis bizim lüks restoranlarda bolca rastlayacağın gibi suşiyi çubukla yerken gösterse, görgüsüz yerine koymuş olur.
Suşi elle yenilir çünkü. Asıl çubukla yemek görgüsüzlüktür.
Suşi yerken önce kaseye çok az miktarda soya sosu konulur. Suşi, baş ve orta parmak arasında balığın altında kalan pirinçten tutulur. İşaret parmağı balık etinin üzerine bastırılır ve suşi ters çevrilerek sadece balığın üstte kalan kısmı soya sosuna dokundurulur. Pirinç sosla temas ettirilmez ve suşi ısırılarak iki lokmada yenilir.
Et restoranda yenilir kasapta değil
Kasaptan tek başıma yaptığım ilk alışveriş kemik iliğiydi. Etiler Hasan Ali Yücel İlkokulu’nda, sevgili Mustafa Sarıgül öğretmenimin fen dersinde sınıfın önünde yapacağım deney için gerekiyordu.
Kasabın açık kapısından, tepeden bir perde oluşturacak şekilde sarkan rengarenk boncuk şeritlerini tıngırdatarak girdim. "Omuriliği istiyorum" dedim. Kasap güldü, buzdolabından dev gibi bir göğüs kafesi çıkardı ve cerrah titizliğiyle çalışmaya başladı. İşini bitirdiğinde annemin pişirdiği etli yemeklerden bildiğim ve yararlıdır diye severek emdiğim kemik iliğinin çiğ ve hayatımda görüp göreceğim en büyük örneği karşımdaydı.
Geçen gün sevgili dostum Ercüment Şener, "Hadi kalk, kasapta yemek yemeğe gidiyoruz" dediğinde aklımda ilk beliren imge işte o koca omuriliği oldu. Ardından da koca bir T-kemik pirzolası tabii ki...
Hisarüstü’ndeki "Dükkan", açıldığından beri zaman zaman alışveriş yaptığım bir kasap. ABD’deki "steak"lerin yanına yanaşamasa da, Türkiye’deki en iyi dana eti burada satılıyor.
Özellikle kuru dinlendirilmiş etleriyle meşhur olan Dükkan, birkaç ay önce bir yenilik yaptı ve kasap dükkanının içine koyduğu masada yemek servisi de vermeye başladı.
Gecekondu mahallesindeki kasap dükkanının içinde kurulu masaya ilgi yoğun olunca, fantezinin boyutu da büyüdü. Dükkan yan dükkana taştı, restoran oldu.
Dükkan, içinde bulunduğu gecekondu mahallesiyle tezat oluşturmayacak şekilde tasarlanmış. Boyasız sıva duvarlar arasındaki büyük masalara birbirinden ayrı gelmiş gruplar birlikte oturtuluyorlar. Buraya kadarı gecekondu mahallesinde sosyete restoranı fantezisine uygunluk açısından doğal, kabul edilebilir hoşluklar...
Fakat sonrasında işi abartmışlar. Et siparişi verilirken, pişme kıvamı sorulmuyor. Şarap kadehi yok, yerine kaba cam bardaklar dayatılıyor. Tabaklar tahta, bıçaklar alelade.
Müşteriye pişme kıvamını sormamak ancak Türkiye’de yapılabilecek bir burnu büyüklük. Üstelik gelen etler, "Steak" için en doğru kabul edilen "orta az" kıvamında da değildi. Müşteriye etin kıvamını ben bilirim, sana soracak değilim ukalalığını yapma cüreti gösteren bir restoran için kabul edilemez bir hata.
Tahta tabak hem etlerin çabuk soğumasına yol açıyor hem de hijyen açısından çok sağlıksız. Bıçaklar yeterince keskin olmadığı için az pişmiş etin dokularını ezip, tadını bozuyor.
Şarap kadehte içilir. Dükkan’da insanların önüne sürülen kaba cam bardaklar, olsa olsa "köpek öldüren" olarak anılan kötü kalite sofra şaraplarını servis eden salaş meyhanelere yakışır.
Zaten damak tadını bilen insanlar dünyanın başka hiçbir yerinde de, bir et parçası yiyeceğim diye kendilerini böyle aşağılatmazlar, restoran sahibinin kaprislerine boyun eğmek uğruna lüks restoranlarla yarışacak hesaplar ödemeye yanaşmazlar.
Ben şimdi asıl City’s’de açılan L’entrecote’u merak ediyorum. Dana eti konusunda ilk göz ağrım olan bu restoran zincirinin İstanbul şubesinden ümitliyim.