Bir rüya görmüştüm, o kadar inanılmaz detaylar içeriyordu ki rüya olduğuna inanamamıştım. Tayyip Erdoğan’ın "velev ki türban siyasi simge olsun" diyerek toplumun fitilini ateşlediği günlerdeydi.
Rüyamda Latif Demirci’nin Hürriyet Pazar’daki Press Bey köşesini okuyordum. Bir karikatür vardı önümde ve gülerek uyandım. Şöyle bir şeydi: Press Bey’in faşo kılıklı koruması Sabit üniversite giriş sınavında. Karşısında bir sınav görevlisi, elindeki tesbihe "olmaz, sınava böyle giremezsin" der bir tavırla bakıyor. Sabit, bacak bacak üstüne atmış, bir kolunu sandalyenin arkasına atarak yan oturmuş, tesbihi elinde çevirererek, yaratıcısı Latif’in kendisine bahşettiği aptal yüzlü kabadayı bakışını fırlatıyor. Konuşma balonunda şu satırlar okunuyor: "Velev ki siyasi simge olsun"...
Rüyamdaki karikatür öylesine gerçekçiydi ve Latif Demirci’nin espri tarzına o kadar yakın bulmuştum ki, rüya olduğuna inanamadım. Bilinçaltım böylesine gerçekçi bir hayal kurgulamış olamazdı. Herhalde karikatür gerçekti, yayınlanmıştı ve ben de görüp unutmuş, uyurken bilinçaltımdan rüya olarak çıktı diye düşünmüştüm.
Geçen gün Hürriyet’in 60. Yıl özel ekinde yayınlanacak bir fotoğrafın çekimi için gazetedeki tüm yazarlar bir araya geldik. Latif de oradaydı. "Aslında haklısın, benim tarzıma uygunmuş, gündemdeyken arayıp anlatsaydın keşke çizerdim" deyince şaşırdım. Bilinçaltımızın güçlü olduğunu biliyordum ama karikatüre karşı en ufak bir kabiliyeti olmayan birine hayalden karikatür çizdirecek kadar güçlü olmasını beklemiyordum doğrusu.
O günün akşamı rüyamda bir karikatür daha gördüm. 70’ine merdiven dayamış Fethullah Gülen, ABD’deki odasında koltuğuna oturmuş gazete okuyor. Gazetenin manşetinde "83 yaşındaki İlhan Selçuk’u yurtdışına kaçmasın diye gözaltına aldılar" yazıyor. Düşünce balonunda şu satırlar okunuyor, "Türkiye’ye dönme vakti yaklaşmış"...
Dönsün tabii ama kimse de baskı için gözaltına alınmasın.
Türkler uçakta ne yapar
Son onbeş günde biri THY ile Barselona’ya, diğeri Delta Havayolları ile New York ve Atlanta üzerinden San Antonio’ya iki yolculuk yaptım.
THY ile yaptığım yolculuğun özellikle 13 Mart’taki dönüş uçuşu tam anlamıyla dumanaltı geçti. Pilot tüm yolculuk boyunca zincirleme sigara içti, bizi de zehirledi.
Pilotlarına sigarayı serbest bırakan THY yolcularına da cep telefonu kullanımını serbest bırakmaya hazırlanıyor. Bu konu bir yıl önce "THY uçakta cep telefonu kullandırtan dünyanın ilk havayolu olacak" iddiasıyla ilk kez gündeme geldiğinde "Eyvah THY görmemişin ilk havayolu mu olacak" diye eleştirmiştim (tinyurl.com/2yjmro). Neyse ki erken davranan başka şirketler oldu, THY görmemişin ilk havayolu olmaktan kurtuldu. Kurtuldu kurtulmasına ya son açıklamalarından anlaşılacağı üzere bu işin peşini bırakmış değiller. Bu son açıklamalarının ardından Hıncal Uluç da, son derece haklı gerekçelerle eleştirdi THY’yi.
Delta dahil ABD’li havayolu şirketlerinde cep telefonu havadayken yasak ama yerde serbest. Kalkışta uçağın kapısı kapanana kadar cep telefonu kullanılabiliyor. İnişte ise uçak piste teker değdirir değdirmez serbest.
Delta’nın İstanbul-New York seferinde yolcuların yarıdan fazlası Türk’tü doğal olarak. Uçak piste teker koyar koymaz öyle bir konuşma uğultusu sardı ki yolcu kabinini, motorların sesini bile bastırdı.
New York-Atlanta, Atlanta-San Antonio, San Antonio-Atlanta ve Atlanta-New York seferlerinde özellikle dikkat ettim. Dört uçuşta da uçak yerdeyken yolcuların neredeyse dörtte üçü cep telefonuyla konuşuyordu ama kimsenin sesi başkalarını rahatsız edecek yükseklikte değildi.
Biz Türk yolcuların, bizim Türk pilotlarımızın sorunu aynı; insanlara saygı nedir bilmemek.
İşin temeli saygıda. Kurallar fasa fiso... Son günlerde kopan yaygaranın da nedeni, bu saygısızlık ortamı değil mi?
Ananın kızlık soyadı
Hani şu annemizin kızlık soyadı da olmasa ne olacaktı bilmiyorum.
Tabii öyle telefonun öbür ucundan, İnternet sitesinin otomatik posta sunucusundan "Annenin kızlık soyadı?" diye sormak kolay. Sıkıysa yağız bir Türk delikanlısına, bankaya, vezneye, mağazaya geldiğinde yüzüne karşı sorsana, "Annenin kızlık soyadı?" diye.