Geçen hafta Şenol Güneş'i eleştirenlere ''O tarihe geçti, siz hasetinizden çatlayın'' demiş, adını Dünya futbol tarihine yazdıran Şenol Güneş'i pespaye bir üslupla eleştirenlerin çapının ise Türkiye ile sınırlı kaldığına değinmiştim.
Aradan geçen birkaç gün içinde, Dünya futbol tarihine yazılan Şenol Güneş adı daha da parladı, eleştirenlerin yüzleri ise daha da karardı. Bu yazıyı yazdığım 21 Haziran Cuma günü, Şenol Güneş adı Dünya futbol tarihinde bronz harflerle yazılı. Umarım Türk Milli Futbol Takımı dün oynadığı maçın ardından yarı finale çıkmıştır ve siz bu yazıyı okurken Millilerimizin hepsinin ismi Dünya futbol tarihine gümüş harflerle kazınmıştır. Hatta altın ve platin harflerle de yazılacaktır.
Milli takımımızın finallerdeki ilk maçı olan Türkiye-Brezilya karşılaşmasını G. Kore'de, tribünden izlemiştim. Bizi çeyrek finale taşıyan Japonya maçını ise Singapur'un en trendi mekanlarından ''Long Bar''da, çok farklı ülkelerden gelme ''ultra-karma'' bir seyirci kitlesi arasında izledim.
Singapur aşırı temiz ve çok zengin bir ülke. Ada üzerine kurulu tek bir şehirden oluşuyor. Nüfusu 3 milyon. Eski bir İngiliz sömürgesi. İngilizlerin etkisi hala gözleniyor. Hemen herkes İngilizce konuşuyor, TV'lerin ve gazetelerin bir kısmı İngilizce yayınlanıyor. Futbol yazarları ve yorumcularının çok büyük bir çoğunluğu İngiliz.
Sokaklar ve caddeler hem çok temiz, hem çok bakımlı. Sokağa sigara izmariti bile atmanın çok büyük cezası var. Maçı seyrettiğim ''Long Bar''ın, Singapur sosyetesi arasında bu denli popüler olmasının nedeni de, insanlar üzerindeki bu temizlik baskısı sanırım. Barda her masada ve barın üzerinde kabuklu yer fıstığı sepetleri dizili. Fıstıkların kabukları yere atılıyor. Yürürken yer fıstığı kabuklarından oluşan bir halı üzerinde, çıtırtılar çıkarta çıkarta ilerliyorsunuz. Sokağa kibrit çöpü dahi atamayan insanlar, bu şekilde bir deşarj yolu bulmuşlar.
Maçı seyretmek için, dev ekranın en dibindeki masaya konuşlanıyoruz. Dört Türküz. Etrafımızdaki masalarda çeşitli milletlerden futbolseverler var. Bir kısmı Türkiye'yi, bir kısmı Japonya'yı tutuyor. Çıkarttığımız ses ve nidalardan Türk olduğumuzu anladıklarında hepsi Türkiye'yi desteklemeye başlıyor.
Maçın İngiliz sunucusu da Türkiye sempatizanı. Tarafsız bir anlatım yolu seçmeye çalışıyor ama Türkiye'yi tuttuğu çoğu yorumundan aşikar. Şenol Güneş'in yağmurdan ıslanmış haline takılmadan edemiyor. Takıma verdiği taktiği övmeden de geçemiyor. Yorumcuya göre Türkiye tam bir taktik takımı. Hele Japonya maçında uyguladığı savunma taktiği tam anlamıyla mükemmel. Hızlı Japonlar, Türk duvarına tosladılar diyor. Hakan'a övgüler yağdırıyor. Türkler, zekasını oyununa yansıtan böylesine bir futbolcuya sahip oldukları için çok şanslılar, diyor.
Ertesi gün çıkan gazetelerin İngiliz futbol yorumcuları da benzer değerlendirmelerde bulunuyorlar. Şenol Güneş'i ve Hakan Şükür'ü övüyorlar. Türkiye'nin kupadaki başarısını takımın dört özelliğine bağlıyorlar; taktik, teknik, tecrübe üstünlüğü ve azim...
Bir başka deyişle, sokaktan çevireceğiniz herhangi bir taraftarın yazacağından farklı bir şey yazmayan bizim yorumcularımızın tam tersini söylüyorlar. Ama işin tekniğini yazarken, spor hocası gibi sıkıcı olmuyorlar. Maçları sıradan bir seyirci ile aynı açıdan seyretmiyorlar ama onların duygularından kopmamayı da başarıyorlar. Teknik değerlendirmelerde bulunuyor ama yerinde espiriler de yapıyorlar.
Bir İngiliz yorumcu, taktik ve teknik bir takım olan Türkiye ile hızlı ve yaratıcı bir takım olan Senegal'in arasındaki maç ilginç tezatlara sahne olacaktır, diyordu. Atatürk de ''Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklı olanını severim'', dememiş miydi? Ben de spor yazarının zeki, hızlı, yaratıcı, bilgilendirici, eğlendirici ve ahlaklısını'' severim...