Kyoto Protokolü’nü imzalayalım ama uymayalım

Ezbere çevrecilik yapanların bir numaralı mantar tabancası Kyoto Protokolü’nü imzalamama inadı, AKP hükümetinin ender doğru politikalarından biriydi.

Şimdi hükümet Kyoto Protokolü’nü imzalayacağımızı açıkladı. Bugüne kadar sürdürülen imzalamama politikasıyla ilk bakışta çelişiyor görülse de imzalama kararı da doğru bir karar.

Karnından ezbere konuşan yarı aydınların, kulağa hoş gelen sloganlarına bakmayın. Kyoto Protokolü emperyalizmin 21. yüzyıldaki yeni postundan başka bir şey değil.

Kyoto Protokolü’nün gelişmiş ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerin kalkınma haklarını satın alıp sömürmesinden başka hiçbir anlamı yok.

Bir ülke ne kadar sanayileşmişse, atmosfere saldığı karbon miktarı da o kadar yüksek oluyor. Gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerin atmosfere saldıkları sera etkisi yaratan gaz miktarı, gelişmiş ülkelere göre dikkate alınmayacak kadar küçük.

Kyoto Protokolü, atmosfere salacağı gazlar için her ülkeye belli bir kota veriyor. Bu kota gelişmekte olan ülkeler için, henüz gelişmiş ülkeler kadar sanayileşmemiş olduklarından, şu an için salmakta oldukları miktarlardan doğal olarak daha fazla.

Kyoto Protokolü, gelişmemiş ülkelerin işte bu kullanılmayan kotalarının, bir başka deyişle gelişme haklarının gelişmiş ülkeler tarafından parayla alınabilmesi ve sömürülmesini öngörüyor.

Gelişmekte olan bir ülke hükümetinin Kyoto Protokolü’ne imza atması ülkenin geleceğini satmakla eş anlamlı bir vatan hainliği. AKP hükümetinin bu emperyalist anlaşmayı imzalamaması bu nedenle doğru bir politikaydı.

Ancak şimdi dünya, Kyoto Protokolü’nden daha kapsamlı bir strateji belirleme aşamasında. Bu stratejinin belirlenmesinde Kyoto Protokolü’ne imza atmayanlara söz düşmeyecek. Yani yumurta kapıya dayandı. Dünyanın geleceğinde söz sahibi olmak istiyorsak Kyoto Protokolü’ne imza atmak zorundayız.

İmza atmak zorundayız ama yeni strateji istediğimiz gibi çizilene kadar uymak zorunda değiliz.

AKP hükümeti, kaypak dış politikalarda ne kadar başarılı olduğunu Kuzey Irak kararı sırasında kanıtladı. Ama AKP’nin kaypak politikalardaki maharetine asıl şimdi Kyoto Protokolü konusunda muhtacız. Haydi AKP, konuştur ustalığını...

Bodrum’un yeni gurme mekanında Türk zeytinyağları tadımı

Geçtiğimiz hafta bir grup yeme-içme yazarı, Bodrum Mövenpick Otel’de düzenlenen Türk zeytinyağları tadım yemeğindeydik.

Zeytinyağı ziyafeti havasında geçen tadım yemeği, otel restoranının mönüsünü baştan aşağı elden geçiren İstanbul Mövenpick Otel’in yıldız şefi Maximilian J. W. Thomae’nin ya da kısa adıyla Max’in eseriydi.

On yıldan fazla bir süredir Türkiye’de olan Max, mesleğinin olgunluk yıllarına erişti artık. Türk ve batı mutfağını sentezlemeye yönelik yaratıcı deneyleri, son birkaç aydır enteresan yemekler olmayı aşıp, lezzet açısından da doruğa ulaşmaya başladılar.

Max ulaştığı ustalık derecesini zeytinyağı tadımında da konuşturmuştu. Tadım için seçtiği 9 farklı Türk zeytinyağı da birbirinden güzel, temiz, kusursuz zeytinyağlarıydı.

Son yıllarda yavaş da olsa bir atılım içine giren Türk zeytinyağlarının en büyük sorunu karakter olarak birbirlerine çok benzemeleri. Tadımdaki yağlardan üçü, bu açıdan özellikle dikat çekiciydi. Güçlü karakterleriyle diğer Türk zeytinyağlarından hemen ayrılıyorlardı.

Kürşat Naturel Sızma, kompleks aromaları ve tereyağımsı yoğunluğuyla dikkat çekiciydi. Pilav dahil klasik olarak tereyağ ile yapılabilen her yemekte denemek isteyeceğim bir yağ. Güçlü karakteriyle, bu tür deneyler için ideal.

Thomas Kesebir, ananas, muz gibi tropik meyveleri çağrıştıran aromasıyla öne çıkıyordu.

Tadımın yıldızı ise bence dokuz yağ arasında en mütevazısı olan, her markette bulabileceğiniz Keskinoğlu Ravika Natürel Sızma idi. Yeşil domates aromasına sahip, yoğun kıvamlı ama akıcı bu yağ, her türlü zeytinyağlı yemeğe lezzet katacağı gibi özellikle et yemekleri için ideal.

Bu arada Max’in yemeğin başlangıcında sunduğu soğuk enginar çorbası triosuna değinmeden geçemeyeceğim. Bir yemeğin kullanılan zeytinyağlarına göre nasıl farklı tatlara bürünebileceğini göstermek için hazırlanan çorba, üç küçük kupada, her kupadaki çorbanın üzerine farklı bir zeytinyağı konularak servis edilmişti. Çorbanın lezzetli ama nötr tadı, zeytinyağları için boş bir tuval görevi görüyor ve her bir zeytinyağının karakterini damakta patlatıyordu.

Bodrum Mövenpick Otel’in sıradan mutfağını bir gurme cennetine dönüştüren ekibi anmamak da haksızlık olur. Mövenpick Türkiye Bölge Müdürü Frank Reichenbach’ın yönetiminde, yeni Genel Müdür Evren Tolgay, İstanbul Mövenpick’ten destek veren Yiyecek İçecek Müdürü Tayfun Aybar, Şef Max ve Servis Müdürü Ebru Macarrau, Bodrum’a İstanbul’daki en iyi restoranları aratmayacak bir mekan kazandırmışlar.
Yazarın Tüm Yazıları