Kebapsız Antep mutfağı

Geçen hafta Amsterdam’da yemek yiyecek bir restoran ararken şehri Arjantin restoranlarının işgal ettiğini fark ettik.

Arjantin restoranlarının Amsterdam işgaline tanık olurken aklıma kebapçıların İstanbul işgali geldi.

İstanbul’a döndüğümde beni bir sürpriz bekliyordu. Mutfak Dostları Derneği geleneksel dost yemeğine davet ediyordu ve yemeğin teması "Kebapsız Gaziantep Mutfağı" olarak belirlenmişti.

Davetin verildiği mekan İstanbul Kısıklı’daki Mabeyin Restoran harika bir seçimdi. Bugüne kadar gitmemiş olmayı kendim için bir kayıp saydım.

Dernek Başkanı Ahmet Örs, selefi rahmetli Tuğrul Şavkay’ı gurme kültürü olsun, sohbeti olsun, misafirperverliği olsun hiçbir konuda aratmadı.

Antep mutfağı ne yazık ki fazla tanımadığımız, tadından mahrum kaldığımız çok zengin bir mutfak.

Mönü, zengin Antep mutfağını bir akşam yemeğine sığdırılabilecek kısıtlı sayıda örnekle yansıtmayı becerecek şekilde ustaca seçilmişti.

Yemek öncesindeki karşılama kokteylinde ikram edilen Antep fıstığı Malatya Pazarı’ndandı ve çok lezizdi. Malatya Pazarı son dönemlerde yaptığı atılımla, paketlenmiş kuruyemiş pazarında Tadım markasının kalite tekelini yakalayan bir marka.

Giriş olarak sunulan yemeklerden Humus, bundan önce yediklerimiz neydi dedirtecek ama yoksa bu humus değil mi diye sorgulatmayacak kadar farklıydı.

Sıcak girişlerden Tarhunlu Peynir Böreği, yerken gözlerin ister istemez kapanmasına yol açan cümbüşlü bir damak şöleni sunuyordu. Evde ilk peynirli börek yapışımda, taze tarhun ekleyeceğim.

Ana yemek sunulan Ekşili Taraklık, Firik Pilavı ve Analıkızlı yemekleri arasında bence gecenin yıldızı tütsülenmiş bulgurdan yapılan Firik Pilavı’ydı.

Mütevazı bulgurdan ziyafetlere layık bir ana yemeğin çıkabileceğinin kanıtıydı.

Ana yemekler servis edilirken derneğin Yönetim Kurulu Üyesi Gülhan Kara’nın bulgur konulu konuşması (konuşmanın tam metni: neo.onpunto.com), Firik Pilavı’ndan alınan zevki kat kat artıracak ve basit bulgurdan nasıl olup da bir ana yemek çıkabildiğini idrak ettirecek kadar bilgilendiriciydi.

Yemeklere eşlik eden içkileri de unutmamak gerekiyor.

Baharatlı ve güçlü tatlara sahip Antep yemekleriyle birlikte sunulan içkilerin baş köşesinde tabii ki rakı vardı.

Yemekte rakı içmeyi sevmediğimden, yemek öncesinde aperitif olarak Sarı Zeybek içmekle yetindim. Her zamanki gibi harika bir aperatifti.

Yemekte şarap olarak Sevilen’in Cabernet-Merlot’su sunuluyordu. Baharatlı yemeklerle Sevilen’in Şiraz’ını içmeyi yeğlerdim ama Sevilen Cabernet-Merlot da o kadar güçlü bir şarap ki, keskin tatlı yemeklerin altından ezilmeden kalkmayı başardı.

Şarap saklamaya uygun, nisbeten sabit ısılı, loş bir köşeniz varsa marketten birkaç şişe alıp, birini ızgara et eşliğinde hemen tatmanızı geri kalanları iki, üç yıl saklamanızı öneririm.

Kanyon’un Finlandiyalı müdürü: İstanbul karanlık çağında

Fiyaka uğruna yapılan fonksiyonel mimari hatası sonucunda kışın içinde donmadan gezmenin mümkün olmadığı, lüks mağazaların müşteri gözlediği Kanyon’un Genel Müdürü Markus Lehto, Herald Tribune’a demeç vermiş (tinyurl.com/sq58l):

"Görkemli bir tarihe sahip olan İstanbul karanlık çağını yaşıyor", demiş, "Ama insanlar burada şimdi geleceklerini arıyorlar. Ve kendi kültürlerine saygı duymayı öğrenmeye başladılar"...

Borat’la ilgili yazımda üzerinde durmaya çalıştığım "kendi kusurunu görmeden, başkalarının kusurlarıyla alay etmeye kalkışmanın zavallığı" tam da bu işte...

Adam Kanyon’u bitmeden, yarım yamalak, işçiler müşterilerin arasında boya yaparak açtığına bakmıyor... Kanyon’un içinde esen buz gibi rüzgarla nasıl başa çıkacağını düşünmüyor... Kanyon’da alışverişi nasıl canlandıracağının çarelerini aramıyor... Misafir olduğu bir şehri, karanlık çağını yaşamakla eleştirmeye kalkıyor.

Ve üstüne bu eleştiriyi başarısızlığına mazaret ararcasına yabancı bir gazeteye şikayet ederek yapıyor.

İstanbul’u eleştirmek bizim işimiz Lehto Bey. Siz kendi işinize bakınız...

Borat’a gülmek ya da gülmemek

Borat filmini seyredenler ikiye ayrıldı. Bir kısmı katıla katıla güldüğünü, diğerleri gülünecek bir şey bulamadığını söylüyor.

Cengiz Semercioğlu ve Onur Baştürk filmi beğenmeyenlerden. Semercioğlu filmden nefret ettiğini, Baştürk ise sıkıcı bulduğunu yazmış.

Buna karşılık Sabah yazarı Emre Aköz filmi başka hiçbir filmde olmadığı kadar katıla katıla gülerek seyrettiğini yazmış. Aköz ayrıca Borat filminde, Batı kültürünün tüm değerleri, korkuları ve ikiyüzlülüğüyle dalga geçildiğini iddia etmiş.

Üçüyle de tam olarak aynı fikirde değilim. Filmi seyrederken, Aköz gibi kimi zaman katılacak kadar çok güldüm. ABD kültürüyle dalga geçtiği konusunda da hemfikirim Aköz’le.

Ama tam da işte bu noktada ayrılıyorum. Amerikan kultürünün negatif yanlarıyla, bu kültürün bireylerinin sakat yönleriyle dalga geçiyor olması, filmi seyrederken attığım kahkalardan utanmama yol açıyor. Buna bir de Kazakları aşağılayan sahneler eklendiğin de, gülmüş olmaktan duyduğum utanç katlanarak artıyor.

Hani sanki muz kabuğuna basıp da düşen birine gülerken yakalamış gibi hissediyorum kendimi.

Hatta daha da fazlası. Kendi kendisiyle dalga geçerek, özeleştiride bulunan ve kendi eksikliklerine gülen bir insandan bulaşan gülme krizine kapılmışım gibi geliyor bana.

Ve daha da fazlası. Kendi salaklıklarını görmeyen ve kendini eleştirmeyi bilmeyen birinin, "benim böyle bir salak yanım da var" diyerek kendini eleştiren birine "vay salağa bak" diye alaya alarak gülmesi gibi.

Borat’ta çok güldüm. Ama gülmemden utandım da. Hem Kazaklar, hem Amerikalılar adına...
Yazarın Tüm Yazıları