Mark Twain’in ilk gelişinin ardından 150 yıl geçtikten sonra, 2005’teki İstanbul ziyareti izlenimlerini aktarmaya kaldığım yerden devam ediyorum...
Atatürk Havalimanı’nda bindiğim takside kalmıştık. Bagajdaki termosifon benzeri, ne işe yaradığını bilmediğim silindir cihaz yüzünden, kucağım dahil dört bir yanım bavullarla dolu bir şekilde sığışmayı başarabildiğimi yazmıştım.
İki gün sonra gazeteden okuduğum haberden, bu termosifon benzeri silindirin likit gaz deposu olduğunu öğrendim. Meğer, ben havalimanından ayrıldıktan bir süre sonra, sıradaki taksilerden birinin bagajındaki depo havaya uçmuş. Kıl payı kurtulmuşum yani.
Gazete dedim de aklıma geldi. Bindiğim takside, koltukta bir Türk gazetesi buldum. Açıp incelemeye başladım.
Şoför, hemen atıldı, ‘Abi’ dedi, ‘O şimdi çevirdiğin sayfada, bir köşe yazarı var. Demin müşteri beklerken okudum, New York’ta bazı heykellerden bahsediyor. İlgimi çekti ama bahsettiği heykellerle dair hiç bilgi vermemiş. Sen New York’tan geliyorsun, bahsettiği heykelleri bilirsin. N’olur biraz bilgi ver, köşe yazısına konu olduklarına göre neyin nesidir bu heykeller?’
Tüm bunları başı arkaya dönük, gözünü gözümden ayırmadan sıraladığından, Türk taksilerinde otomatik şoför teknolojisi kullanıldığını anladım. Bu yüzden gazeteyi, hiç çekinmeden uzattım, yazıyı çevirmesini istedim.
Üç boyutlu heykel
Köşe yazarının ismi Ali Atıf Bir’miş. Tasvir yeteneği o kadar güçlü ki, heykeller hakkında bilgi vermemesine ve şoförün kısıtlı çevirisine rağmen, heykellerden ilkinin Battery Park’taki ünlü heykel olduğunu anladım. Yazarın ‘üç boyutlu bir heykel konsepti’ olarak tanımladığı heykelin iki boyutlu fotoğrafını yanda sunuyorum. Yazar işte bu heykel için ‘Kim yapmış, neyi temsil ediyor araştırmadım’, demiş ve heykeli gördüğü yerden Özgürlük Anıtı’na kalkacak gemiyi iki, üç saat beklemek zorunda kalmasından yakınmış.
Birkaç dakika mesafedeki heykelin yanına yürüyüp, hemen altındaki plakaya bakmamış olmasına ihtimal vermediğimden, okuru meraktan çatlatmaya yönelik usta işi bir yazı tekniği kullandığına eminim. Şoförün merakı da, haklı olduğumun kanıtı.
Neyse ben hem şoförü, hem de sizi meraktan çatlatmamak için söyleyeyim. Yazarın bahsettiği heykel, ünlü Venezuelá asıllı Parisli ressam ve heykeltıraş Marisol Escobar’ın, New York’ta yaşadığı dönemde şehre hediye ettiği eseri ‘Gemici Anıtı’ndan (Merchant Mariners’ Memorial) başkası değil. 1976 yılından 1988 yılına kadar süren uzun bir seçim süreci sonucunda, İkinci Dünya Savaşı’nda Japon denizaltılarınca torpidoyla vurulup batırılan ticari gemilerde ölen gemiciler anısına Escobar’a sipariş edilmiş ve 1991’de dikilmiş.
Saldıran Boğa
Yazarın, New York’a gideceklere Özgürlük Anıtı ve Empire State Binası’nı görmelerini tavsiye eden çok anlamlı yazısının satır aralarına, Da Vinci Şifresi’ne taş çıkartacak ustalıkta dantel gibi işlediği ikinci heykel bulmacasını çözmem daha da kolay oldu. ‘Kocaman bir boğa heykeli’ tanımını vermesi yetti.
Yazar heykelin önünde fotoğraf çektirip, Türkiye’ye dönünce hava atanlarla da dalgasını geçmiş. Bu fotoğrafı görüp ‘Vaaau ne anlama geliyor bu?’ diye soranlara, sorunun cevabını vererek yardımcı olmaktan da kaçınmış. Şoför sordu, ben o yüzden söylüyorum.
Arturo Di Modica’nın üç tonluk bronz heykeli ‘Saldıran Boğa’nın (Charging Bull) halk arasındaki adı Wall Street Boğası’dır ve halkın yakıştırdığı bu ad, heykelin anlamı hakkında dikildiği coğrafi konumdan esinlenemeyenlere bile önemli bir ipucu verir. Yere eğilmiş başıyla her an saldıracakmış izlenimi veren güçlü boğa, finans piyasalarındaki iyimser saldırganlığı simgeler.
Şoföre bunları anlattım ve İstanbul’un en ünlü heykellerini sordum... Derin derin düşündükten sonra, başladı anlatmaya...