Milli Eğitim Bakanlığı'nın Bilgisayar Destekli Eğitim Projesi (BDE) ilk olarak 1996 yılında gündeme gelmişti.
Şu anda 2002 yılındayız. Aradan tam altı koca yıl geçmiş. Bu süre içerisinde ''Ninni de bebeğim ninni, uyusun da büyüsün ninni, tıpış tıpış yürüsün ninni, eeeee, eeeee, eeeee, e!'' diye uyutulan Türkiye, Avrupa'nın baskısıyla bir de e.Türkiye kavramıyla tanışmış. Tanışmış ama tanışmakla kalmış.
BDE projesinin Dünya Bankası'nca gündeme getirildiği ilk günden beri gerek köşemde gerek dergilerde yazıyorum, katıldığım seminerlerde, konferanslarda anlatıyorum, TÜBİTAK tarafından yapılan Türkiye Ulusal Enformasyon Altyapısı Anaplanı (TUENA) gibi projelerin çalışma gruplarında sonuç raporlarına girmesini sağlıyorum... Neyi mi? ''BDE'' projesinin, ''okulları bilgisayar çöplüğüne çevirme'' projesinin ötesine geçebilmesi için yapılması gerekenleri...
Ben umudu çoktan kesmiştim ama (bakınız 'Bütün camilere İnternet bağlantısı-14 Temmuz 2001' başlıklı yazım) BDE'nin ''bilgisayar çöplüğü okullar'' projesine dönüştüğü Türkiye Bilişim Vakfı'nca da (TBV) onaylanmış. TBV konuyu, e.Türkiye eylem planının da benzer bir akıbete uğraması endişesiyle gündeme getiriyor. Bu amaçla günlük basını bilgilendirmek için bir toplantı düzenlemiş. Bu girişimin meyvalarını Hürriyet'ten Gila Benmayor ve Sabah'tan Şelale Kadak'ın yazılarından takip ettik. Her iki yazıda da Milli Eğitim Bakanlığı'nın Dünya Bankası'ndan aldığı, dünyanın en büyük eğitime katkı kredisi 300 milyon doları nasıl çarçur ettiği anlatılıyor.
Peki bu paralar nasıl doğru kullanılabilirdi? Bu sorunun cevabını 1996'dan beri çeşitli vesilelerle yazmıştım. Hürriyet.com.tr'nin arşiv sistemi sağ olsun ulaşabildiğim en eski tarihlisi 24 Mayıs 1998 tarihli yazım oldu.
''Dedi mi kodu mu'' başlıklı yazıda bugün içine düştüğümüz durumu ne yazık ki önceden görmüşüm; ''Yeni proje dev bir pazar oluşturuyor. Türkiye'de 15 milyon öğrenci var. Bu da her öğrenciden 1 dolar kazanılsa, 15 milyonluk bir pazar demek. Dev pasta diliminin herkesin ağzını sulandırması, sulanan ağızların da dedikodu kusması çok doğal.''
''BDE'de tek doğru çözümün ağ bilgiişlemi olacağını sonuna kadar savunuyorum. Üstelik okullara konulan bilgisayarların birkaç yıl sonra çöpe gitmesini önleyecek bu çözümün PC pazarını da geliştireceğine inanıyorum. Yapılması gereken projenin ilk etabında yapılacak yatırımın bilgisayarlara değil, okullar arasında kurulacak sağlıklı bir veriyolu altyapısına yapılması, ardından öğretmenlerin eğitilmesi ve merkezi bir yapıya dayalı bilgisayarların okullara en son etapta yerleştirilmesidir''.
Bu, bundan önceki ve bundan sonraki yazılarımda yaptığım tüm uyarılar beklediğim gibi ne yazık ki havada kaldı. İşin ciddiyetini bir tek TBV gördü. Bir de 35 sivil toplum örgütü bir araya gelerek, MEB'e BDE projesinin sağlıklı yürütülebilmesi için gerekli gördükleri talepleri sıraladılar. Tabii yüce bakanlık TBV'ye ve sivil toplum örgütlerine de kulak asmadı.
MEB bürokratlarının çevresi, çeşitli firmaların kulisçi temsilcileriyle kuşatıldı. Kişisel bilgisayar, işletim sistemi ve çeşitli yazılımların pazarlayıcısı bu firmalar kendi ürünlerini pazarlamak için ellerinden geleni arkalarına koymadılar. Buna karşılık eğitim teknolojileriyle, öğretmenlerin eğitilmesiyle, Türkçe yazılım ve içerikle ilgili bilgi aktarmaya çalışan az sayıda bilgili, karşısında ilgili bulmakta zorlandı. Toplumsal kayıtsızlığımız yüzünden Türkiye'nin karşısına çıkan bu tarihi fırsat MEB'in elinden hızla kaydı ve birkaç firmanın para kazanma projesine dönüştü.
Bu tarihi fırsatı işte böyle kaçırmıştık. e.Türkiye fırsatını kaçırmamak için almamız gereken derslerin tümü BDE macerasında. Ama denildiği gibi tarihten ders alınsa, tekrardan ibaret olur muydu?