Pınar Kür, İstanbul’da yaşıyor olmasına rağmen cip kullanan Aysun Kayacı’ya "Şehir içinde cip kullandığın için aptalsın" demeye getirmiş.
Şehir içinde cip kullanmak gerçekten de sıkı bir görgüsüzlük göstergesi. Bunu bir kadın sürücünün, öyle "Maganda şoförlerin tacizinden korunmak için kullanıyorum" filan diye savunması de geçerli bir argüman değil. Şehrin en maganda sürücüleri, cipin üzerine tüneyen kadın sürücüler arasından çıkıyor ne de olsa.
Öte yandan çevrecilik adına cip sahibi bir sürücüye "Cipini sat, daha az benzin yakan çevreci bir otomobil al" demek de, popülist cehaletten başka bir şey değil.
Dünyanın en çevreci otomobili olarak bilinen Toyota Prius, dünyanın çevrecilik adına en maganda markası olarak nam salan Hummer’a göre kat kat daha az benzin yakıyor ve atmosfere çok daha az karbon salıyor.
Öte yandan bir Prius’un üretimi sırasında bir Hummer’a göre atmosfere çok daha fazla karbon salındığı da bir gerçek. Nedeni Prius’un aküsündeki 14 kilo nikel.
Tek bir Prius’un üretimi için 113 milyon Btu enerji tüketiliyor. 1 litre benzinin 30 bin Btu tükettiği düşünülürse, dünyanın en az enerji harcayan, en çevreci otomobili daha yola çıkmadan 4 bin litreye yakın benzine eşdeğer enerji tüketmiş oluyor.
Bir başka deyişle kullanılmış cibinizi satıp, yeni bir otomobil alacak olsanız, bu yeni otomobiliniz dünyanın en çevreci Prius’u olsa bile, dünyayı daha az kirletmeye ancak 160 bin kilometre yol yaptıktan sonra başlayabilirsiniz.
Dolayısıyla cipi olan birini, "Cipini satıp otomobil kullanmaman akılsızca bir şey" diye eleştirmeye kalkanın asıl kendi akılsızca konuşmuş durumuna düşüyor. Cip sahibi birinin çevrecilik adına şu an için yapabileceği en iyi şey cipini iyice eskiyene kadar kullanmaya devam etmek.
Kaynaklı not: Çevrecilik mitlerinin ardındaki gerçekleri merak ediyorsanız Wired dergisinin Haziran sayısını okumanızı tavsiye ederim. Wired bu son sayısında küresel ısınmaya karşı bir şeyler yapmak isteyenlere, "Nükleer enerjiye evet deyin, ormanları kesin, genetiğiyle oynanmış ürünleri yiyin, organik yiyecekler yemeyin" gibi kulağa ilk başta garip gelen tavsiyelerde bulunuyor. Tabii hepsinin cip örneğindeki gibi mantıklı nedenleri var...
Türkiye’nin en eski şarapları
Geçtiğimiz günlerde Gusto Şarap Kulübü’nce düzenlenen, Türk şarapçılığı için tarihi niteliği olacak bir şarap tadımına katıldım.
Mehmet Yalçın tarafından kurulan Gusto Dergisi ve Gusto Şarap Kulübü’nün, şarap kültürünün Türkiye’de yaygınlaşmasına yaptığı eşsiz katkı yadsınamaz. Mayıs ayında İstanbul Hilton’da gerçekleştirilen yıllanmış Türk şarapları tadımı da, Türkiye’nin iki rakip şarap devi Doluca ve Kavaklıdere’yi, kendi mahzenlerinde özenle yıllandırılmış şaraplarıyla 50 kişilik bir seçkin şarap meraklısı kitlesinin önünde görücüye çıkarmak üzere bir araya getirmesi açısından tarihi bir andı.
Tadım masasının şeref konuğu Türk şarapçılığının efsane ismi, duayen şarap yapımcısı 99 yaşındaki tatlı sert karakterli Lütfi Hızel’di. Tadım bardaklarının şeref konuğu ise 1940 rekoltesi, 68 yıllık Kavaklıdere Tatlı-Sert...
Doluca ve Kavaklıdere bu fantastik ürünü olmasa da, tadım sırasında denediğimiz şarapların birçoğunu, İnternet sitelerinden satışa sunmuş durumdalar.
Doluca Özel Kav Kırmızı 2000 (26 YTL), Doluca Karma Cabernet Sauvignon-Öküzgözü 2000 (38 YTL), Kavaklıdere Boğazkere 1997 (49 YTL) ve Kavaklıdere Boğazkere 1998’i (79 YTL) özellikle tavsiye ederim. Tattığımız neredeyse tüm şaraplar çok güzeldi ama bunlar mükemmele yakındı. Hele 10 yıllık olmasına rağmen hálá genç duran ve bir 4-5 yıl daha eskitilebilecek Kavaklıdere Boğazkere 1998’i damağınızın geleceğine yapacağınız lezzet kárı çok yüksek bir yatırım olarak da görebilirsiniz.