Paylaş
Bebek Camii’nin girişindeki tarihi kemerlerin arası, revağı alüminyum doğrama çerçevelerle kapatılarak, yer kazanılmış. Alüminyum doğramalar, Türk mimari tarihinin önemli örneklerinden biri olan Bebek Camii’nin cepheden görüntüsünde bir Hoca Ali Rıza tablosuna Boyacı Hüseyin Efendi’nin Filli Boya ile attığı fırça darbesi gibi duruyor.
Bebek Camii 1. dereceden tarihi eser. 1913 yılında Türk mimari tarihinde Mimar Sinan’dan sonra gelen en önemli isimlerden biri, belki de birincisi olan Mimar Kemallettin Bey tarafından inşa edilmiş.
Yerinde eskiden III. Ahmed’in veziri Nevşehirli Damat Ibrahim Paşa tarafından 1726’da inşa ettirilen, ancak zamanla eskiyen ve hasar gören bir başka cami varmış.
Klasik Osmanlı mimarisine Türk kimliği getirmeye çalışan 1. Ulusal Mimarlık Üslubu’nun tüm özelliklerini çehresinde barındıran bir eser Bebek Camii.
1. Dereceden tarihi eser olan Bebek Camii’nin yasa gereği tüm orijinalliği ile aynen korunması gerekiyor. 1. Derece tarihi eserlere izin almadan çivi bile çakmak mümkün değil.
Gelin görün ki Bebek Camii bugün artık kemerleri arasına sıkıştırılan alüminyum doğrama gecekondusuyla tarihe, kültüre, dine, Türklüğe, belediyeye, bakanlığa yıllardır saygısızlık ediyor, meydan okuyor.
Ve ne Istanbul Belediyesi, ne Boğaziçi Imar Müdürlüğü, ne Kültür ve Turizm Bakanlığı, ne hükümetten biri çıkıp da bu saygısızlığa dur diyebiliyor.
F1 mönüsünde Türk mutfağı olmalı
Formula 1’in prestij vitrini Padok Kulüp, yarışseverlerin kaymak tabakasının ağırlandığı mekan olma özelliğiyle, Türk mutfağının tanıtımı açısından da önemli bir yer.
Ancak bu fırsatı hiç de iyi değerlendirdiğimiz söylenemez.
F1 yarışlarının tüm dünyadaki ikram hizmetlerini Türk ortaklı (Atilla Doğudan), Viyana merkezli DO&CO şirketi veriyor. Bildiğim kadarıyla Padok Kulüpler’de sunulan yeme-içme mönüsünü F1’in patronu Bernie Ecclestone belirliyor, ancak Ecclestone’un seçimlerinde DO&CO’nun ağırlık bir etkisinin olmaması da olanaksız.
Buna karşın F1’in Istanbul ayaklarında son üç yıldır sunulan mönülere bakıyorum da, ilk sene ikram edilen döner haricinde (ki o da zor servisi nedeniyle yanlış bir seçimdi) mönüde Türk mutfağını tanıtacak herhangi bir yemeğe yer verilmedi. Çok farklı milletlerden seyircilerin ağırlandığı bu gibi etkinliklerde mönünün tamamının Türk mutfağından olması beklenemez tabii ki. Yine de mönüye Türk mutfağını temsil edebilecek ve her tür damak tadına da hitap edebilecek bir, iki yemek serpiştirilebilirdi.
Ikramın şarap mönüsünde ise durum biraz daha değişikti. Köpüklü şarap yine yabancı, Cordon Rouge şampanya olarak seçilmişti. Ancak beyaz ve kırmızı şarap seçenekleri Türkiye’den, Doluca’nın Sarafin markasından seçilmişti.
Böylesi seçkin bir ikramda Türk şaraplarının seçilmesi çok güzeldi tabii ama seçim bence yine tam yerinde değildi. Doluca’nın Sarafin serisi Türkiye’de yetiştirilen seçkin Fransız üzüm çeşitlerinden yapılan şaraplar. Nitekim Padok Kulüp’te sunulan Sarafin’lerden beyaz olanı Sauvignon Blanc, kırmızı olanı ise Merlot üzümlerinden yapılmıştı.
Halbuki bu tür fırsatları Türkiye’ye has şaraplık üzümlerin tanıtımı için kullanmak daha doğru. Bir Narince, Boğazkere, Kalecik Karası veya Öküzgözü’nden yapılmış şaraplar Türk şarapçılığının geleceği olarak bu sofrada yer almalıydı.
Yok bu üzümler de çok yerli kaçardı deniliyorsa, Doluca’nın dahiyane bir girişimi olan Karma serisi kullanılabilirdi. Bu serideki şaraplar Türk üzüm çeşitleri ile ünlü Fransız üzüm çeşitlerinin harmanı kullanılarak yapılıyor.
Son bir not olarak mönüdeki Istakoz Salatası nefisti. Salatada kullanılan Maine ıstakozlarının bir bölümü Sema Çelebi’nin A La Gurme firmasının Türkiye’ye ithal ettiği ıstakozlardandı ve çok lezizdi. Istakoz, Türkiye için belki hálá lüks bir yiyecek ama Sema Çelebi’nin girişimi sayesinde ulaşılamayacak denli lüks değil artık en azından.
Paylaş