Paketlenmiş hayat serüveninde, tedavülden kalkmayı beklerken, paralel evrenden kendimizi seyrediyoruz.
Paket içeriğinde telaşeli günler deneyimlenirken, sakin sessiz günler geçiyor bu sonsuz cam kovuklarda. Bembeyaz kefenler gibi.
Paket üzerinde ince bir halka, zaman zaman ışıltısı göz alan ince çizgiler. Çizgilerin ışığında kamaşan gözler ve nefisler. Kullanıldık, canımız yandı. Bir çorbanın sıcaklığını da duydu mermer tenimiz, bir tatlının şerbetli lezzetini de.
Öylece durduk. Sonsuza bırakılmış çeyiz hayallerinin peşinde koştuk. En uzun yolculuğa çıktık, yola çıktığımız yere bırakılarak.
Descartes yıllar öncesinde yüksek sesle “Düşünüyorum, öyleyse varım” diye haykırdığında kafalar allak bullak olmuştu. Descartes’ın söylemi oldukça makuldü. Fakat söylemin tam tersini düşündüğümüzde, varolmadığımız, bir düş olduğumuz sonucu ortaya çıkıyor. Bu çıkarım hakkında İhsan Oktay Anar “Puslu Kıtalar Atlası” kitabında şu yorumu yapmıştı:
“Düşünen bir adamı düşünüyorum…düşündüğümü bildiğim için, ben varım…düşündüğünü bildiğim için, düşlediğim bu adamında var olduğunu biliyorum…böylece o da benim kadar gercek oluyor…bundan sonrası çok daha hüzünlü bir sonuca varıyor…düşündüğünü düşündüğüm bu adamım beni düşlediğini düşünüyorum…öyleyse gerçek olan biri beni düşlüyor…o gerçek ben ise bir düş oluyorum…”
Var mıyız? Yok muyuz? Düş müyüz değil miyiz? Düşünüyor muyuz ki var olalım? gibi tartışmalara girmeden düşüncenin, düşünmenin ne olduğuna bir bakmak gerekiyor.
Türk Dil Kurumu’nun kara kaplı sözlüğü bize düşünceyi “Dış dünyanın insan zihnine yansıması.”olarak tanımlıyor.