Kıbrıs Rum Kesimi’ndeki seçimlerin ikinci turunu izlemek üzere Lefkoşa’ya gitmek için hazırladığım valizi, bugünlerde bağımsızlığının coşkusunu yaşayan, ancak ertesi günü için de birçok soru işareti taşıyan Kosova’da açtım.
Başkent Priştina’da bakan, politikacı, gazeteci ve sanatçılarla görüştüm. Bir ülkenin kamuoyu diye taksicilerle yaptıkları sohbetleri aktaran meslektaşlarıma kızdığımdan, ben kazan Priştina kepçe, dört gün dolaştım. Pazarı, marketleri, restoranları, barları, kafeleri teftiş ettim. Evlere girdim, üniversiteye, derneklere. Sayısını hatırlamadığım Arnavutla, Türkle hatta Sırpla konuştum. İnsanın acısına, kanayan yarasına, korkusuna, endişesine ve yarını için olan belirsizliğine şahit oldum.
Priştina’da kiminle konuştuysam, Miloseviç yönetiminin zulmüyle ilgili anlatacağı acı bir hikaye var. 1997-1999 döneminde 10 bin ölü, 3 bin kayıp az değil. İnsanın babasını, kardeşini öldüreni bir kalemde unutması da mümkün değil. Bugün itibarıyla, birlikte yaşamak istemiyorlar. Sadece gelecekte "iyi komşu olabiliriz" diyorlar.
17 Şubat’taki bağımsızlık ilanı Kosovalı için öncelikle "Sırp yönetiminden kurtulmak" anlamı taşıyor.
Priştina’da "en uzun zaman birimi" bağımsızlık ilanından, ilk tanımalara kadar geçen ve aslında 24 saatten de kısa olan süre imiş. ABD, Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerin bu yeni doğuşu hemen tanımaları önemli tabii. Ancak, ertesi gün için de bir yerlere dayanmak, güvenmek gerek. Ülkenin temel altyapısı, ekonomisi ve sanayii hiç bulunmaması nedeniyle, Amerikalılar ve AB’ye "kurtarıcı"dan da öte gözle bakılıyor. Caddeler, meydanlar, evler Arnavutluk bayrakları ile donatılmış olsa da, nüfusun yaklaşık yüzde 90’ı Arnavut olsa da, yanıbaşındaki Arnavutluk için bir beklenti dile getirene rastlamadım. İnşallah hayırlarına olur ama eşine rastlamadığım bir ABD hayranlığı gözlemledim.
Türkleri, Türkiye’yi de çok seviyor Kosovalılar. "Kardeş", "Bizim gibi" diyorlar ama sohbet koyulaştığında, Arnavutların ve Türklerin farklı pencerelerden bakarak anlattıkları bazı tatsız durumlar da yaşanmış geçmişte. Her halükarda bugün o yaşananlar unutulmuş. Türkiye, Türkler ve uluslararası KFOR gücünde görev yapan Türk askerine sevgi, saygı, hayranlık çok büyük. Kosova’yı ilk tanıyan ülkeler arasında olan Türkiye, başkent Priştina’da "Eşgüdümcülük" ile temsil ediliyor ve bu makamın başında yetenekli genç diplomat Mustafa Sarnıç var. Yakında büyükelçilik açılacak.
Sayım en son 1981’de yapıldığından, nerede ne kadar insan yaşıyor ve bunların etnik kökeni ne, tam olarak bilen yok. Ülke nüfusu 2 milyonun üzerinde deniyor. Türkler 20-30 bin arasında. Çoğu Sırbistan sınırı yakınındaki Mitroviçe’de yaşayan 100 binin üzerinde de Kosovalı Sırp’tan bahsediliyor. Onları pek gören yok, doğrusunu isterseniz pek görmek isteyen de.
Kosova’nın belki de en büyük umudu çok ama çok genç nüfusa sahip olması. Gençler, yabancı yatırımlarla, reformlarla ülkelerinin ayakta durabileceğine inanıyorlar. Ne var ki güçlükler ve yoksulluk etkilemiş onları. Eğitimlerini tamamlayıp bir yerlere kaçmak isteyenlere rastladım.
Kosova yanıbaşımızda. Kimine göre ikinci bir Arnavut devleti, kimine göre ABD’nin bölgede yeni bir uydusu, kimine göre ayakları üzerinde durmayı başaracak bağımsız bir ülke.
Üçüncü görüşün hakim çıkmasını diliyorum.
SANATÇI OLMAK
Emekli maaşı diye bir şeyin olmadığı, çalışanların ortalama 200 Euro maaş aldığı, 1 kilo ekmeğin 1, bir kilo etin 4-5, bir litre benzinin 1 Euro olduğu, işsizliğin yüzde 70’lerin üstünde seyrettiği, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden 300-500 Euro’ya satın alınıp getirilen yüzbinlerce eski aracın dev bir otomobil mezarlığı oluşturduğu, doğa cinayeti işlenen Kosova’da sanat lüks. Sanatçı yıllarca Miloseviç yönetiminin zulmü altında ezildiği yetmiyormuş gibi fakirlikle de mücadele etmek zorunda. Kosova’nın en ünlü ressamlarından akademisyen Recep Feri ile sohbet ediyoruz:
Tito döneminde, Miloseviç döneminde Kosova’da sanat nasıldı?
-Tito döneminde, Belgrad sanat açısından Paris veya Roma gibiydi. Avrupa’da eğitim almış sanatçıların oluşturduğu bir ekol vardı. Ben de bu ekolle büyüdüm. Yugoslavya’da Avrupa kültürü yaşıyordu. Kosova’da da bu ekol geçerliydi. Miloseviç yönetiminde hasta bir milliyetçilik üstün çıktı. "Biz Sırplar üstünüz diğerleri 2. sınıf vatandaş" politikası uygulandı. Siyasetçilerin kararları sanatçıları da etkiledi. Pek çok entelektüel Belgrad’ı terk etti.
Peki ya şimdi?
-Bugün sanat yapmak çok zor. Bazen ailemi geçindirmek için pazarda sebze satmayı düşündüğüm bile oldu. Gün geldi, tablolarımı bir parça ekmek almak için sattım. İstanbul’da Vakko sergisinde tablom satılmıştı. Oradan aldığım para, burada satacağımın 20 hatta 30 katıydı.
Ya yarının Kosova’sında sanat?
-Çok umutluyum. Sanat açısından bugün Avrupa’nın bir asır gerisinde kaldık ama yeniden başlayacağız.
Bağımsızlık sonrası ilk tablonuzda hangi renkleri kullanacaksınız?
-Çok az kırmızı olacak. Kan dökümünü artık unutmamız lazım. Mavi olacak bol miktarda ve tertemiz saf bir beyaz.
PRİŞTİNA GECELERİ
Geceleri sakin Priştina, sessiz. Kosova’nın diğer şehirleri gibi günde 5-6 saat elektrik kesintisi yok ama yine de karanlık.
Başkentin "Nişantaşı"sı, girişinde Kosova’nın doğal lideri İbrahim Rugova’nın dev fotoğrafının olduğu Nana Tereza caddesinde yürüyorum. Bu kadar genç insanı, bu kadar güzel genç kadını birarada görebilmek şans.
Anadolu’da otobüs garlarındaki kasetçilere benzer bir dükkandan, davul-zurna-rock karışımı nağmeler yükseliyor. "Pavaresia" yani bağımsızlık adlı kaset revaçta. Dükkanın raflarında İbrahim Tatlıses ve Mahsun Kırmızıgül kasetleri. Türkçe ve Yunanca pop şarkılarının Arnavutça versiyonları da çok satıyor. Her şeye rağmen gece hayatı var şehirde. Tabii çok az insan çıkarabiliyor tadını.
En kaliteli restoranları Rönesans, Roni, Puro, De Rada, Gresa ve Karadağ’dan taze balık getirten Marco Polo. Favorim Rönesans. Şehir merkezinde bir ara sokakta. "Face control" (yüz kontrolü) ardından içeri girebiliyorsunuz. Mezeler, garson ne getirirse. Ana yemek için et ile balık arasında tercih yapıyorsunuz. Ev şarabı mükemmel. Piyano ve serenatlara benzeyen eski Arnavut şarkılarının eşliğinde kişi başına 15 Euro’ya güzel bir gece geçirebilirsiniz.
Sevgili dostum NTV muhabiri Burbuçe Ruşiti ve dünya tatlısı eşi Mustafa ile Rönesans’a gittiğimizde Kosova’nın "Yılmaz Erdoğan"ı Armond Marina ile tanışma fırsatı buldum. Kendisi İstanbul hayranı.
Kaça, Junck ve 21, şehrin en tanınmış barları. Aynı adlı bir TV-radyo istasyonunun bulunduğu binadaki "21"de Arnavutça rock müziği icra eden bir orkestra sahne alıyor. Biranın bardağı 1.5 Euro. Kapalı bir tiyatrosu, açık iki de sineması var Priştina’nın. Da Vinci’nin Şifresi hasılat rekoru kırmış.
Yemekleri Akdeniz damak zevkinden biraz uzak diyebilirim. Kaymaklı börek Fli, kremalı sığır eti pek seviliyor. Şarapları bu ülkenin şartlarını düşünürsek, çok kaliteli buldum. Cabernet ve Merlot üzümlerinden yapılan şaraplar tercih ediliyor. Pavarsia, Minea, Rizling ve Eko markalarını tattım, beğendim.
Priştina gecelerinde öğrendiğim bazı kelimeleri de aktarayım. Bakarsınız yolunuz geçer oralardan, söylemek gerekir: