Başkentin sembolü Akropolis mabedinin eteklerindeki Herodion amfisinde, Mora Yarımadası’ndaki yangınzedelere yardım için düzenenen iki konser de muhteşemdi.
Buralarda eşi pek görülmemiş şekilde 5’er saatlik konserlerin ilki özel bir televizyon tarafından naklen yayınlandı. Yunanistan’ın 1 numaralı stand-up’çısı Lakis Lazopulos’un sunduğu konserlerde yaklaşık 100 sanatçı ünlü besteci Mikis Teodorakis’in eserlerini seslendirdi.
Çok duygulu anlar yaşandı. Sözgelimi ilk gün sahnedeki ilk davetli sanatçı değil, Altınoluk ve Midilli belediye başkanları İsmail Aynur ve Pavlos Voyacis idi. Belediye Başkanı Aynur "Böyle bir felaket bizde yaşansaydı eminim siz de yardıma koşacaktınız" deyince büyük alkış koptu. Mora yangınzedelerine 20 bin zeytin ağacı fidanı gönderen Altonoluk belediyesi şimdi de Ege’nin bazı başka belediye ve ticaret odaları ile birlikte bin ton hayvan yemi göndermeye hazırlanıyor.
Teodorakis konserlerinin ikinci "Türk sürprizi" Zülfü Livaneli oldu. Livaneli ilk gece Maria Faranduri, ikinci gece de Glikeria ile sahneye çıktı. Farklı kulvarlarda koşsalar bile ikisi de kaliteli Yunan müziğinin büyük isimleri.
"Leylim Ley" inletti Herodion amfisini. Livaneli konser afişlerinde de en üst sıradaydı. Mikis ile yanyana oturdular. Yanlarında da Savunma Bakanı Evangelos Meimarakis.
"Türkiye’de depremler olduğunda Mikis ile birlikte Avrupa’da konserler vermiştik. Mora yangınzedeleri için konsere katılmayı kendime borç bildim" dedi Livaneli.
Konserlerin en duygulu anları sonlardaydı. 82 yaşındaki Teodorakis, zor ayağa kalkabilse de mikrofonu eline alıp kendi şarkılarını söyledi. Zor çıkıyordu sesi ama binlerce kişi ayakta... Mutluluğu yüzünden okunuyordu.
Bir sanatçı başka ne ister ki?
Herkese iyi bayramlar dilerim.
Sessiz milletvekili
Parlamento kürsüsünde o "konuşurken" çıt çıkmadı. Kürsüden inerken de hangi siyasi partiye mensup olursa olsun sağcısı, solcusu bütün milletvekilleri onu alkışladı.
49 yaşındaki Dimitra Arapoğlu yıllarca bilgisayar başında yazıcılık yaptıktan sonra, çalıştığı işyerleri kapanınca aşırı milliyetçi LAOS partisinin lideri Yorgo Karancaferis’in sahibi olduğu Tele-City televizyonunda iş buldu. Bir süre sonra ekrana çıktı ve beğeni topladı. Karancaferis’in teklifini kabul ederek varoş semtlerinin bulunduğu Pire 2. bölgesinden miletvekili adayı oldu. Gönüllü bir yardımcı alarak yanında kapı kapı dolaştı, ne yapmak istediğini anlattı. 16 Eylül seçimlerinde yaklaşık 3700 oy topladı ve seçim sistemi sayesinde parlamentoya girdi.
Hükümet için güvenoyu görüşmeleri yapılırken, parlamento kürsüsünde kendine özgü şekilde işsiz iken neler çektiğinden bahsetti. Kapıların yüzüne nasıl kapandığını anlattı. Sonra da şaka yollu "İnşallah parlamento kapanmaz" dedi.
Dimitra Arapoğlu 2.5 yaşından beri sağır. Düşüncelerini duygularını dudak, yüz ve el hareketleri ile anlatabiliyor.
Milletvekili olarak ilk konuşmasında tercümanın yardımıyla özürlülerin haklarını korumak için vargücüyle mücadele vereceğini söyledi.
Parlamento başkanlığı Arapoğlu için dört tercüman tuttu. Kimi kendi konuşmasını tercüme edecek, kimi de meslektaşları konuşurken ne dediklerini ona anlatacak.
Yunanistan’da 40 bin sağırın yaşadığı tahmin ediliyor. Devlet bu insanlara 18 yaşına kadar ayda 213 Euro yardım veriyor. Arapoğlu hem bu insanların "sesi" olacak hem de bütün özürlülerin umudu.
Muhallebicimiz de var
Atina’da kebapçımız da (Köşebaşı, Tikke v.s) var, baklavacımız (Güllüoğlu) da. Canımız meyhane çektiyse sorun yok. Bazı şarküterilerde (Tünel, Gondola, Benitto) sucuk, pastırma, mantı bulabiliyoruz.
Hatta İstanbul’un yufkasını, beyaz tatlısını, turşusunu, reçelini bile özlemiyoruz artık. İnanmayacaksınız belki ama Türkiye’den kabak çekirdeği, bulgur, fasulye, mercimek bile geliyor.
Daha geçenlerde Türk malı dil peyniri, gül reçeli, kağıt helva aldım. Güllaç gördüm raflarda. Tabii Türkiye’deki fiyatların çok çok üstünde ama olsun. İstanbullu Rum’un masasında bir parça dil peyniri saatler sürecek tatlı muhabettler için iyi bir vesiledir.
Atina’da her şey var da, düne kadar muhallebicimiz yoktu. Rumların semti Paleon Faliron’da artık "Sarayli mallebi and cofee" var. Bu semtteki en eski pastanelerden olan çatal, çörek, açmasıyla ünlü Divan’ın sahibesi Rum Despina ile Ermeni arkadaşı Anuş elele verip çok şeker bir mekan açtılar. Su böreği, limonata, vişne suyu, tavuklu pilav, çorba, sahanda yumurta ve tüm süt tatlıları. Sütlacın, keşkülün kasesi bile İstanbul’u hatırlatıyor.
Avrupa’nın birçok şehrinde Türk ürünleri satan marketler var, Türk yemekleri yapan lokantalar. Atina’dakiler farklı. Rumlara nostaljiyi yaşatıyor, Yunanlılara da bir şekilde "Türkiye"yi tanıtıyor.
Farklı çünkü, daha 7-8 yıl önce Yunan başkentinde patatesçinin tezgahında "Türk malı değil" diye yazan etiket görmüştüm. Türk sabunlarının nasıl başka bir ülkenin ürünüymüş gibi pazarlandığına şahit olmuştum.