Türk-Yunan ilişkilerinde hava son günlerde adeta limoni.
Türkiye ve Türk dendi mi, daima maydanoz olan bazı aşırı milliyetçi politikacılar, papazlar, gazeteciler ve "uzmanlar" bugünlerde özel televizyonların ekranlarından hiç eksik olmuyorlar.
Ana muhalefetteki Pasok lideri Yorgos Papandreu’nun önümüzdeki ekim ayında yapılacak yerel seçimlerde Drama-Kavala, İskeçe bölgesine vali adayı olarak önerdiği ve Batı Trakya’daki Türklerin bir kesiminde tepkiyle karşılanan İskeçeli Gülbeyaz Karahasan için buralarda kopan kıyamete, aslında her yıl bu dönemde tekrarlanan, bu defa ise muhtemelen ekim ayındaki yerel seçimler nedeniyle dozajın daha yüksek tutulduğu Pontuslu Rum sözde "soykırım" iddiaları da eklendi. Bunlar yetmiyormuş gibi, Alman araştırma gemisinin Ege’de yarattığı "gizli gerginlik" de geldi. Bazı Yunanlı yetkililerin açıklamaları ise bana göre bu suni ortamın değişmesine pek yardımcı olmadı.
Özel televizyonların nedenini anlaması güç olan bu yayınların aksine, devlet televizyonunun (ET ve NET) ve belli başlı bazı gazetelerin, Yunanistan’dan Türkiye’ye bakış açısı "elverdiği kadar" daha ciddi olduklarını söylemeliyim.
İşte böyle bir ortamda, 12 Mayıs gecesi Pire Limanı’nın yanı başındaki Neo Faliron semtinde Barış ve Dostluk Spor Salonu’nda Anadolu Ateşi’nin gösterisini izledim. Anadolu Ateşi tam takım horon teperken o eşsiz anları salondaki yaklaşık beş bin kişi alkışlıyordu. Oryantal dansında da seyirci mest olmuştu. İşte böyle bir ortamda, pazartesi akşamı Mega TV’de Yabancı Damat’ı izledim.
İşte böyle bir ortamda, Salı günü öğle saatlerinde Atina’nın eğlence merkezi Psirri yakınlarında, 19. yüzyıldan kalma iki katlı muhteşem bir evde "Çağdaş Seramik Müzesi"nde, Mustafa Tunçalp’in yaklaşık üç haftadır devam eden Kuşların Göçü isimli sergisini gezdim. Hani biraz daha iyi tanıtımı yapılsaydı diye düşündüm. Sanatçı Tunçalp’in sergisi önümüzdeki aylarda Girit ve Sifnos adalarını da ziyaret edecek. Aynı evin üst katında da 17-20. yüzyıllarda Çanakkale’de yapılmış seramik eserler sergileniyordu.
İşte öyle bir ortamda, 16 Mayıs günü Türk Büyükelçiliği’nde Sibel Tüzün ve Eurovision şarkı yarışması için Türkiye’den gelen dostlara verilen davete katıldım. Sordum, "Onca gün Atina’dayız. Nereye gitsek tanıyorlar. Hemen Süperstar diyorlar" cevabı aldım.
İşte böyle bir ortamda, THY’ye sordum. Geçen hafta da, bu hafta da Atina-İstanbul seferleri doluydu.
İşte böyle bir ortamda Yunanlı nişanlısı ile evlenip Atina’ya göçetmeyi düşünen, "iş bulabilir miyim" diye soran okurlardan mailler geldi.
İşte böyle bir ortamda, kim bilir Türkiye’de de Yunanistan için yapıcı benzer ne etkinlikler oldu.
Ege’nin iki yakasında yaklaşık yedi yıldır yaşanan yakınlaşmada, hiçbir şey kolay kazanılmadı. Bu yazının kaleme alındığı 18 Mayıs Perşembe sabahına kadar gözlediğim ve hiç de beğenmediğim işte böyle bir ortam bir an önce bitmeli. İnşallah gündem elverir de haftaya Türkiye ile Yunanistan arasında uygulanacak "sağlık diplomasisi"nin iki ülkeye de fevkalade yarar sağlayacağını söyleyen Yunanlı milletvekili doktor ile yaptığım keyifli sohbeti anlatırım.
Haber atlatmanın dayanılmaz cazibesi
Gazeteci, ilk adımlarında sözgelimi eğer bir Türk-Yunan zirvesini izleyecekse, günler öncesi paniğe kapılır. Görüşmenin yapılacağı yere dizleri titreyerek gider. İçinde hep bir şeyi eksik yapmanın, ertesi gün atlatıldığını görmenin korkusu içindedir. Çoğu zaman nedensiz koşuşturup durur. Hani bir meslektaşının birileriyle sohbet ettiğini görse, hani bir meslektaşının ortadan kaybolduğunu fark etse içine kurtlar düşerdi. Meslektaşlarını "göz hapsine" alırdı adeta. O gün işinin kazasız belasız ve biran önce bitmesi, ertesi gün de kimsenin onun atlatmaması için dua ederdi.
Gazeteci meslek hayatında bir, onbir, yüzonbir kere atlatılır. Sonra tecrübe edinir deyin; zamanla çevresi genişler, telefon rehberindeki isimler çoğalır deyin; hatta hayatın ta kendisi deyin; kendi işine, kendi bilgilerine, kendi yazdıklarına ağırlık vermeye başlar.
Onun da meslektaşlarını bir kere, onbir kere, yüzonbir kere atlattığı olur. Atlatılmanın korkusu ile atlatmanın dayanılmaz cazibesi birlikte yaşamaya başlar o zaman...
Selanik’teki Erdoğan-Karamanlis görüşmesi devam ederken, haberciliğini takdir ettiğim dünya tatlısı genç bir meslektaşım yanıma gelerek kulağıma eğildi... "Yorgo Abi, Utku ortalıktan kayboldu" dedi.
Bir anda yıllar öncesine döndüm. Gözlerim, bilmem neden, Utku’yu aradı; Milliyet muhabiri Utku Cakırözer’i. Ankara’dan gelmişti ve birilerinden o anda bir şeyler öğrenip bizi atlatıyor olabilirdi.
Birkaç saniye sonra gülmeye başladım. İşime baktım...
Vakit gece yarısına yaklaşıyordu. Zirve çoktan bitmişti. Selanik’in eğlence merkezlerinden Athonos Meydanı’na çıkan sokaklardaki onlarca tavernanın birinde canım deniz ürünleri buzlu Uzo’ma refakat ederken, yanımda oturan Utku ile ne güzel sohbetler yaptık. Ama gelin görün ki arada bir içimden bir ses yine de "acaba mı?" diyordu. Kim bilir, belki benzer bir ses Utku’ya da aynı şeyi söylüyordu.
Bu meslek insanın ruhunu ve beynini hep genç tutuyor...