Baklavada son noktayı koyuyoruz

Geçen salı günü Atina’nın kuzey banliyösünde armatörlerin ve bu diyarın en zengin işadamlarının villalarının sıralandığı sosyete semti Kifisia’da bulunan Melas alışveriş merkezinde, bir süredir Türkiye-Yunanistan-Kıbrıs üçgeninde "Baklava kimin?" tartışmalarına fiilen son noktanın konmasına bizzat şahit olduk.

Varsın birileri istedikleri kadar baklavanın Rum tatlısı olduğunu iddia etsin, varsın birileri AB ülkelerinden lezzetlerinin yer aldığı bir kitapta baklavayı Rum tatlısı imiş gibi göstersin, varsın birileri bunu "haysiyet" davası yapsın...

Yunanistan’da, Karaköy Güllüoğlu baklavacısının ürünlerini satan dördüncü dükkanın açılışı yapıldı. Karaköy Güllüoğlu, Yunanistan’a ayda 1.5 ton baklava ihraç ediyor. Her şey bu kadar basit!

Açılış için Atina’ya gelen Nadir Güllü ile konuşuyoruz. "Baklava AB’de Rum tatlısı olarak tescil edilmedi" diye başlıyor söze ve "Bir lezzet en güzel nerede yapılıyorsa, o isimle ün yapar" diye ekliyor.

Baklavanın ordinaryüsü, bu güzelim tatlının Osmanlı döneminde Ortadoğu’dan Türkiye’ye geldiğini anlatıyor. Dedesinin dedesi Güllü Çelebi Şam’da, Halep’te tattığı baklavayı Gaziantep’e getirmiş.

"Felsefi" bir soru sormadan edemiyoruz.

- Baklava nedir?

- İnsanı baştan çıkaran bir tatlı.

- Baştan çıkmak için ne kadar yemeli?

- Üç dilim

Karaköy Güllüoğlu’nun ürünlerini satan dört dükkanın sahibi, dostumuz Aris Prodromidis’e soruyoruz:

- Bu işe nasıl başladın?

- Kadıköylüyüm. Çocukluğumdan beri baklava yemek için Karaköy’e Güllüoğlu’na giderdik. Atina’ya gidip gelmeye başladığımda, uçaklarda İstanbul’dan dönen yolcuların çoğunun kilolarca baklava taşıdıklarını görünce karar verdim.

Zevkler ve renkler tartışılmaz ama bize göre Türkiye’de bırakın birinci kaliteyi, herhangi bir tatlıcıdan bile sıradan baklavayı tadan biri, ne Yunan ne de Rum baklavasına itibar gösterir. Ancak, Yunanistan’da ya da Kıbrıs Rum Kesimi’nde baklava adıyla tatlı yapılmasında ve hatta beğenilmesinde de bir sakınca görmüyoruz.

Not: Buralarda Seyidoğlu baklavası da satılıyor. Ayrıca, Kıbrıslı Rumlar bir süre önce Guinness Rekorlar Kitabı’na girmek için dünyanın en büyük lokumunu yapadursun, Atina şehir merkezinde kuruyemişçilerin raflarında Hacı Bekir lokumu var...

Gerilim, kriz ve bir şiir

Buralarda "gerilimler" ve "krizler" yine hafta başından damgasını vurdu. Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur misali, pazar günü gazetelerde yayınlanan üç ayrı kamuoyu araştırması, Yunanistan’da bir aydan beri yaratılmak istenen suni gerginliğin, zaten tarihten kaynaklanan önyargıları olan kamuoyunu da etkilediğini ortaya koyuyordu.

Pazartesi sabahı bazı radyoların, televizyonların ve gazetelerin "Türkiye, Rus yapısı S-300 füzelerinin Girit Adası’nda konuşlanmasından çok rahatsız. Bu füzelerin nasıl çalıştığını öğrenmek için istihbarat toplamaya çalışıyor" haberleriyle uyandık. Akşam saatlerinde de gümbür gümbür "Girit’te Türk casusları yakalandı" haberleri anons edildi. Komplo teorileri diz boyu. "Girit’te askeri üslerin fotoğraflarını çekerken yakalandılar" iddiaları önce beş Türk, sonra üç Türk, sonra da bir Türk içindi. En sonunda "yakalanan bir Türk’ün, iddiaları güçlendiren delil bulunmadığından, savcılık tarafından serbest bırakıldığını" öğrendik. Haber bültenlerini bu konu üzerinde kuran televizyonlar çuvallayınca "turist mi, casus mu?" diyerek durumu idare etmeye çalıştılar.

EN GÜZELİNİ ŞAİR SÖYLEMİŞ

Salı günü öğle saatlerinde bu defa sıra Kardak’ta idi. Kardak "gerilimi" de öğleye kadar sürdü. Salı akşamı parlamento dış politika komisyonunda Ege’deki kaza için oturum vardı. Bitmedi... Yunanistan Ethniki Bankası’nın müdürü de Finansbank’ı niye satın aldıklarının hesabını verdi parlamentoda.

Çarşamba günü "Suyun Öte Yanından"ı yazarken, acaba "bugün ne çıkacak?" diye düşünüyorduk.

Elbette güzelim sahilleri, diyarları, yıldızlı geceleri, libidonun tavan vurduğu eğlenceleri anlatmak isterdik. Elbette şuraya gidin, buraya gidin diye önerilerde bulunmak... Ancak, gözümüz televizyonlarda, kulağımız radyolarda iken bunu nasıl yapalım?..

Pek duyan çıkmayacak ama, bazı Yunanlı meslektaşlarımız şöyle aynaya bir bakabilseler...

Neyse, biz ümitliyiz. Bu günler geçecek.

Yazıyı, İstanbul’dan, Bilfen Koleji’nden gelen öğrencilerin, kendilerine "Sizin, bizim yaşadığımız sorunları, acıları yaşamamanız için gayret ediyoruz" diyen Dışişleri Bakanı Dora Bakoyani’ye önce Yunanca sonra da Türkçe okudukları, Özdemir İnce’nin mısraları ile bitirelim:

Bir kuş uçuyordu, Sisam’la Kuşadası arasında

Anlayamadım bir türlü Türk müydü Yunan mı,

Bir başka yerden mi, hangi milletten?

Ey kuş, dedim, kimlerden olursun, hangi ülkeden?

Ben bir martıyım, dedi, yaşım evrenin yaşında,

Ülkemi sorarsan, yeryüzü, gökyüzü ve deniz,

Sınırlarımı sorarsan:

Topraktır, su ve hava.
Yazarın Tüm Yazıları