Paylaş
Offf!
Hata yaptım.
Ben cümleye böyle başlamak istemiyordum ki!
Arkadaşımın Kürt olmasının ne önemi var yahu.
Arkadaşım o benim arkadaşım!
Arkadaşımın “kimliği” değil, ne dediği önemli.
Cümleye böyle başlayınca arkadaşımın ne dediği değil de, “Kürt” arkadaşım olmuş olması önemliymiş gibi oluverdi.
Olmadı.
Bilinçaltımıza işte bu -sözüm ona birleştirici- söylem ve vurgularla ayrılık gayrılık tohumları ekildi.
Eskiden “Kürt arkadaşım, Musevi ahbabım, Ermeni dostumuz” vesaire gibi cümleler kurmak aklıma gelmezdi.
Arkadaşım, ahbabımız, aile dostumuz filan derdim.
O kadar.
Şimdi illa bir vurgu... Niye yahu niye?
Medeni Dünya’da bu “ek bilgi” tacize girer.
Eski çalıştığım Amerikan şirketinde örneğin, bir iş arkadaşımın ırk, renk ve dinine hatta politik görüşü ve kökenine dair kazara atıfta bulundum mu, o arkadaşım hakkımda “taciz” şikayetinde bulunma hakkına sahipti.
Bizde her türlü taciz gırla yani.
Bize arkadaşlarımızı, eşimizi dostumuzu, kanlarımızın karıştığı akraba olduğumuz insanları “sıfat”landırmayı öğretenler utansın.
Harbi utansın!
Birilerine Kürt, Ermeni, Alevi, Musevi, Müslüman, Hristiyan vs demediğim günlerde ben ayrımcı değildim.
Şimdi de değilim.
Olmayacağım da.
Ama gelinen noktada, Dünya vatandaşı olduğumu ve kimseyle düşman değil, herkesle arkadaş olduğumu anlatmak için çeşitli “sıfatlar” eşliğinde cümlelerimi pekiştirmek durumundaymışım gibi oldu.
Niye ya, niye?
Siz kimsiniz ki bana bunu dayattınız. Baksanıza farkında olmadan, ben bile bu yazıya öyle başladım işte.
Topla kendini kızım Yonca...
Topla topla.
Gel kendine.
SİL BAŞTAN
Dün bir arkadaşımla telefonda “iktidarın merhametsizliği” üzerine konuşuyorduk ki, durdu ve şöyle dedi;
“Biliyor musun, yediğimiz patates bile daha onurlu. Pişti mi kızarmayı biliyor Yonca!”.
Gerçekten öyle, evet.
Telefonu kapatmadan, “Ben bunu yazıcam” dedim.
“Yaz” dedi.
Yazdım.
O arada bir okurumdan da e-posta gelmiş.
Sizinle paylaşmak için iznini aldım; çünkü paylaşmaya ÇOK değer.
Kelimesi kelimesine yazıyorum okuyun bakın:
“Yonca,
Ben Samatyalıyım.
Babaannem, Dedemle evlenince “dönmüş” bir İstanbul Ermeni’si.
Babaannemden öğrendim ben Paskalya’da yumurta boyandığını.
“Kokusu çıkmıştır” deyip kurduğu turşuyu camına gelenlere ikram etmesinden öğrendim paylaşmayı.
Çocukluğumda en yakın arkadaşım Arman’dı. Futbolu ilk Arman’la, evciliği de Sita ve Aznif’le oynadım.
İnsanların Hristiyan ya da Müslüman diye ayrılmadan aynı günden aynı iyiliği beklediğini; koşulsuz insan sevgisini okula giderken her sabah birbirimize iyi günler dilediğim, dini kıyafetiyle o yaşta bir çocuğa ürkütücü görünen, Papaz Efendi’den öğrendim.
Anneannemle öğrendim namazın 5 vakit, Ramazan Ayı’nın ayların Sultanı olduğunu. Yatarken 3 Kulhü 1 Elham okursam iyi olacağını ondan öğrendim.
Anneannemle mukabeleye gittiğim.
Kürt Alevisi Aba Teyze’den öğrendim Hz. Ali’yi, Zülfikar’ı.
Ahlaklı olmanın ne demek olduğunu, 10 yaşındaki bir çocuğun el öpmek üzere uzanan elini havada bırakan yobaz bir cami hocasından değil;
Mahalleye yeni göç etmiş çok çocuklu yoksul bir aileye tencereyle yemek götüren bir “orospu”yu görünce anladım.
Doğduğum evin karşısındaki kilisenin her saat başı çalan çanından anladım saatin kaç olduğunu, eve gitme vaktimin geldiğini.
Babamın arkadaşı Zangoç Toma Amca öldüğünde:
“Bu adam Ermeni, ne işimiz var cenazesinde?” demek yerine, yaşlı gözlerle 4 kolluyu omuzlayan Müslümanları gördüm.
Bugün ölüleri, mezhepleri, dinleri birbirine kırdırmaya çalışan zavallı zihniyetler bu ülkenin gerçeğini anlamamışlar, anlamıyorlar.
Bu ülkenin insanlarının her şeye rağmen bölünmeyecek kadar nüvesinin iyi olduğunu unutturmaya çalışıyorlar.”
Ceyda K.
Ah Ceydacım,
İnan unutmayanlar da var.
Unutturmamak için canla başla çabalayanlar da...
Cinneti, fenalık geçirmeyi filan bir kenara bırakıp,
Yapmamız gerekeni yapmamız gerek.
Kendimizi bozmayacağız.
OY-unu bozacağız.
Yonca
“oy oy oy”
Paylaş