Yedi

Uğurlu bir sayıdır mı demiştiniz?

Bakın bakalım uğurlu mu, değil mi...

Haberin Devamı

Biiir:

 

Brüksel-Paris hattını anlatmak istemiyorum. Neden diye sormayın. Ter dökmenin erkekçesini yaşadım. Saçlarımın diplerinden akan terler kollarıma kadar indi.

 

“Ben böyle sıcak görmedim!” dedim, meğer beteri varmış. Hayatta asla çok erken konuşmamak lazım bunu da yazdım bir kenara.

 

İkiii:

 

Sıra geldi Avrupa’ dan çıkıp okyanusları aşma faslına.

 

Münih havaalanında bekleme 7 saat olduğu için lego olayına giriyoruz.

 

Haberin Devamı

Yap yap legoları, fenalık geçiriyoruz. Ne bitmez yapılmaz çözülmez bir oyundur bu lego, nasıl sever çocuklar eşimle hiç anlamıyoruz.

 

Üüüç:

 

Yıllardır havaalanlarında yerlerde uyuyan turist görünce: “Vah vah!” derdim. “Ne rezillik.”

 

Demeyeceksin işte.

 

Varmıştır elbet bir sebebi. O adam hiç mi bilmiyor gezme işini... Senden benden iyi biliyor hem de.

 

Nasıl uyuduk biliyor musunuz yerlerde...

 

Mışıl mışıl ve horul horul. İnsanın başına gelince, herşey yapılabilir ve normal oluyor.

 

Uyuduk uyandık sersem gibi, çocukları kazıdık halılardan, daha okyanusu aşmaya hazır mıyız diye kimse bize sormadan, kendimizi yine uçakta bulduk.

 

7 saat daha uçuyoruz ey ahali!

 

7! Yedi! Yine 7! Yine 7!

 

Deliricem şimdi!

 

Haberin Devamı

Oğlumuz aslanlar gibi bu sefer.

 

Maşallah ne uykusu var, ne ateşi! (Brüksel sınırıları içinde iyileşti çok şükür)

 

Çocukta bir neşe bir neşe.

 

Öndeki amcanın kabak kafasına bütün engelleme çabalarıma rağmen habire küt küt indiriyor, yanımızdaki abinin orasına burasına saldırıyor, koridorda koşarak kaçıyor; yemediği ne kaldı bilmiyorum habire kakası geliyor ve bana sinir gelmiş, ben gülmekten ölüyorum.

 

Ne onu, ne de kendimi tutamıyorum.

 

Bu da dööörrrt!

 

Bakın dikkatinizi çekerim kızımız hakkında henüz bir tane olay yok buraya kadar. O kendini aşmış bir çocuk çünkü. Adı oldu “Baş Asistan”. Bu çocuk bir melek. Nasıl akıllı, bize yardımcı, makul. (Dilini ısır ve hatta kopart Yonca!)

Haberin Devamı

 

Derken uzuuun 7 saat daha geçti ve biz Montreal' e geldik diye tam sevinecekken, pasaporttaki polisle şakalaşan eşim:

 

“Ne kadar kalacaksınız?” sorusuna espriyle,

 

“Madem bu kadar uçtuk, bari ebediyen kalalım!” deyince, kızımız "Panik" bir "Atak" geçiriyor ve başrol esas oğlandan esas kıza geçiveriyor!

 

Çocuk başlıyor hortlak görmüş keçi misali zıplayarak “neee!”lemeye:

 

“Neee ebediyen sonsuz mu demektiii, hiii sonsuz demek çok uzun demek An-neee!

 

Sevda Ablam ne olacak, o niye bizimle gelmedi An-neee!

 

Benim okulum var, evim nerede, burada değil ki An-neee!

 

An-neee ben geri gitçem An-neee!

 

Baba beni evimize geri götürse-neee!”

 

...

 

Haydaaa, gel de çocuğa anlat espri yaptık diye.

Haberin Devamı

 

“Yahu dur evlâdım, baban şaka yaptı, şu pasaporttan bi geçelim ben sana anlatacağım, babana da küt patlatacağım!” (dilimi ısırmam da yetmezmiş, kafamı da tahtalara vura vura koparmam lazımdı, nazar oldu çocuk!)

 

Derken,

 

Kızımız:

 

“An-neee, benim çişim var.” diyor ve bunu dedikten sonra tam 2 saatimiz (bu bir abartı değil, gerçek anlamda 120 dakika!) havalimanın engelliler tuvaletinde işeyerek geçiyor! (Engelliler tuvaleti çünkü orası geniş bir oda gibiydi. Baktık öbüründen 45 dakikadır çıkamıyoruz bize anlayış gösterdiler buna geçtik; lebi derya hela!).

 

Galiba kızımız psikolojik sistit oluveriyor.

 

Belki de bu ülkeye girerse sonsuza kadar çıkamaz diye mi düşündü nedir, ne pasaporttan geçebiliyoruz ne de tuvaletten çıkabiliyoruz.

Haberin Devamı

 

Tam: “Anne bitti.” diyor ayağa kalkıyor, “Anne bi daha çişim geldi!” diyor ve devam ediyor.

 

İşin garip yani, çocuk hakikaten çiş yapıyor.

 

2 saat işeyebilir mi bir çocuk insan?

 

İşermiş. Ne kapasiteli sidik torbasıdır anlamadım...

 

Sonunda oğlum için yanımda olan bezi ona bağlayıp çocuğu pusete oturtup “Gelirse yap kızım altına!” diyerek kendimizi zor atıyoruz evinin önünde bizi beklerken ağaç olan arkadaşımızın güzel ve fakat “antiçocuk” düzenli evine.

 

Ev dikine dikine!

 

En aşağıdan yukarı 5 kat.

 

Bodrum katından başlayarak tırmanan dimdik merdivenle salon, dimdik merdiveni yine çık 1 oda, çık bir daha bir oda daha, bir daha çık bir tuvalet, bir daha bir oda daha ve çatı.

 

Hadi sen ben çık çıkarız dert değil; ama merdivenler de korkuluk yok!

 

Basamaklar aralıklı.

 

Kendi kızı da mum gibi maşallah! J Benim oğlum 10 çocuğa bedel...

 

Geç bir kalemde her şeyi bunlar da boş.

 

En büyük kabus, bu ev bizim için çok temiz yaaaa! Biz pislik içinde yüzüyoruz kaç günlerdir yaaa... Ağlayacağım şimdi ha!

 

...

 

Peki yılın 200 günü -44 derece olan Kanada' nın, 44 yıl sonra ilk defa +44 dereceye çıkan havasına ne demeli?

 

Evler sıcağı içeride tutmaya yönelik inşaa edilmiş.

 

Sanki ev değil, fırın.

 

Tavanda pervane var ama, ilginç... O döndükçe biz yanıyoruz. Nasıl şeyse... Normalde soğuturdu; ama bu sanki ısıtıyor.

 

Sabah kurdeşenli isilik dökmüş bir çift insan ve yavruları olarak öğreniyoruz ki, meğer bu pervaneler kışın yerden ısıtıldıkça yükselen sıcak havayı aşağıya indirmek içinmiş! Biz boşuna açmışız... J

 

Anam anam anam,

 

Ailecek pişik içindeyiz! J

 

Bu da etti mi size beeeşşş.

 

Yetmedi durun.?

 

Ateşim çıkıyor.

 

Yoksa bu sıcakta ben yine mi zatüree oluyorum?!

 

Homosapiensgiller genelde terleyip soğuyunca grip olur mesela; ama benim sapienslikte hata var.

 

Hep ve illa mutlaka her sene zatüree olurum.

 

“Sevgili Kocaaa, götür bizi geriye!” diye ağlıyorum. Artık ne jazz, ne blues duymak istemiyorum.

 

Ben bittim. Buraya kadar, ölüyorum...

 

Yok kardeşim, ne bilet var ne de yer.

 

Kaldık mı mecburen 7 gün Montreal’ de. (Bak yine 7!)

 

Her işte ve her şerde bir hayır var.

 

Orası kesin.

 

İyi ki de kalmışız!

 

Yoksa;

 

- Yıllardır hasret olduğum arkadaşım Arban’ ın o muhteşem patates salatasını yiyemezdim

 

- Siyah zeytin dondurması zannettiğim; ama esasında siyah çikolatalı dondurma olduğunu maalesef(!) keşfettiğim dondurmayı kaçırabilirdim (o nasıl bir lezzet amanın!)

 

- +4 derecede bastıran en anormal sağanak yağmur altında, pusetlerde çocuklarımız, arkadaşım ve kocam ile, açık havada jazz festivalini seyrederek deli gibi ıslanmayı da kaçırabilirdim

 

- Ve ve ve en fenası Jazzcı kedilerimi hatıra olsunlar diye satın alamayabilirdim...

 

Yedi

Jazzcı kedilerimiz...

 

 

Bu da altııı!

 

Yok hala yetmedi, daha bitmedi.

 

Sabredin.

 

En en en önemlisi;

 

Çocuklarımıza bizden:

 

“Annemle babam hiç üşenmemişler, korkmamışlar, tereddüt de etmemişler, almışlar bizi yanlarına taaa oraya götürmüşler. Demek ki, biz de bir gün böyle çılgınlıklar yapabiliriz!” diyebilecekleri bir fotoğraf mirasımız kalmayabilirdi!

 

Yedi

Jazzcı Kediler ve Gezgin Geyikler…Tıpkı biz gibiler: Anne-Baba-Çocuk bir-Çocuk iki...

 

İşte size etti mi bu da yedi?

 

Etti.

 

Bu 7 kesin çok iyi!

 

Demek ki var birilerinin bir bildiği!

 

Yonca

“Kafayı 7”

 

Tecrübeli, gözlemci dip not:

1- Biz de az bavulla gittik ve geri geldik! Oluyormuş. Deneyin. Saçma sapan çok eşya götürmeyin. Rahat edin. Hafifleyin millet! Haffifleyin.

2- Klima insanoğlunun yeni tanrısıdır, alın, takın ve tapın.

3- Küresel ısınma bir “geyik” değildir. Lütfen doğaya çok iyi bakın.

4- Sincap, sevimli olmakla beraber bir çeşit faredir! Geliyorrr kaçın!

5-Kadın vücudu dünyanın en özel şeyi... Onu hor görmeyin. Saklamayın! Sergileyin. (Sonra detayla ne demek istediğimi anlatacağım, bekleyin.)

 

Yazarın Tüm Yazıları