Paylaş
Koskoca profesörlerden tutun, taze tıp öğrencilerine uzanan kocaman bir aileden inanılmaz düşündürücü e-postalar aldım. Yüzüme gerçek tokat gibi çarptı. Bana yazdıklarından onları anlamayı hiç denemediğimizi ve onları çok yalnız bıraktığımızı, şu hayatta -Allah düşürmesin- en çok ihtiyacımız olan doktorlarımızı ne kadar çok kırdığımızı farkettim. Utandım biliyor musunuz! Her meslekten insanın iyisi kötüsü, dürüstü şaklabanı dolandırıcısı var. Tüm dünyada bu böyle. Herkes maaş için, para için çalışıyor hem, yalan mı? Siz de, ben de. Hiçkimseye böyle davranmıyoruz ama. Tüm nazımız hep doktorlara. Çok büyük haksızlık bu. 3 tane şarlatan yüzünden koskocaman bir aileyi mimlemek, silmek, cezalandırmak nasıl bir saçmalıktır? Sanırım doktorlarımız hiçbir dönemde bu kadar hakarete maruz kalmadılar, bu kadar yalnız bırakılmadılar ve bu kadar gönül verdikleri insan hayatından soğutulmadılar. Bir tanesi: “Eskiden en iyi öğrenciler gelirdi tıp okumaya, şimdi kimsenin tıp okuyası bile gelmiyor..” yazmış. Doğru. Bir tanesi “Neden bizden bu kadar nefret ediyor herkes, biz insanları hayata döndürmek için buradayız..” demiş. Yüzüm kızardı. Bir başka profesör: “Çok uzun zamandır bu sistem dahilinde çalışmasam da, meslek onurum adına g(ö)revdeyim, ama neden bize en çok ihtiyaç duyanlar bizi bu kadar yalnız bıraktı anlamıyorum. Çok kırgınım ve bu mesleğe devam edecek gücüm artık kalmadı.” yazmış. Kahroldum. İzmir’de bir Devlet Hastanesi’nde Asistan olan bir doktordan gelen e-posta hele, beni çok etkiledi. Bu genç kadın doktorumuzun yazdıklarını olduğu gibi köşeme aldım. Buyrun okuyun. Biz bir yerde yanlış yaptık, bence. Üzgünüm sadece...
Yonca
“doktor torunu ve gelini”
Kukla
Bir devlet hastanesinde nöroloji asistanıyım. 2 dil bilen, fen lisesi mezunu, Hacettepe’de tıp okumuş ama elinde bir tıp fakültesi diploması bile olmayan, yıllarca bir sürü insanın üzerine emek harcadığı, Atatürk’ün hitap ettiği genç nesilim ben. Bilim adamı yetiştirmek amacıyla kurulmuş bir lisede okuyup, bilimle ilgisi olmayan bir üniversite sınavıyla tıp fakültesini kazandım. Mezun olmadan hemen önce çıkan bir yasayla mecburi hizmete tabi oldum ve diplomamı alamadım. İlkokul mezunlarının bile 6 yıl okumuş pratisyen hekimleri horgördüğü bir ülkede uzman hekim olmayı seçtim. Asistan olarak ayda 7-8 nöbet yanında son 7 aydır haftanın 5 günü aynı poliklinik odasında günde 70 ila 80 hasta bakıyorum. MR çektirmek için gelenler, yazdığım ilacı daha kullanmadan beğenmeyenler, sırası gelmeden içeri girmeye çalışanlar, yaşlı ya da engelli olduğu için öncelik tanınanlardan dolayı kızanlar, internetten okuduğu ya da sabah programında dinlediği hastalığın tanısını kendi kendine koymuş olup bunda ısrar edenler…Hepsini anlayışla karşılamaya hazırım. Anlamadığım neden benim veya meslektaşlarımın anlayışla karşılanamadığı. Bu yazıyı bir nöbette yazıyorum. Bu gece sabaha karşı 2:30’da 11 gündür yoğun bakımda olan bir hastam benim nöbetimde öldü. Ölümünü ben belgeledim. Yakınlarına ben haber verdim. Bir yakını gelip hastanın nabzının morgda attığını, kendisine öyle geldiğini söyledi. Öldüğünü kesin olarak bildiğim bir hastanın öldüğünü tekrar doğrulamak durumunda kaldım. Sanki hastayı ben öldürmüşüm bakışlarına maruz kalarak. Daha önce dayak da yedim ben. Bir hastayı 1 saatlik kalp masajına rağmen kurtaramadık. Ölüm haberini verdiğimde hasta yakınını üzerimden zor ayırdılar. Müdahaleyi birlikte yaptığımız hemşire arkadaş hamileydi ve ertesi gün kanaması oldu. Ama kimsenin bunlardan haberi olmaz. Bunların bu ülkede haber olması için, ölümün hep doktor hatası olması lazım! Hasta haklarının olduğu; ama sağlık çalışanı hakkının olmadığı bir ülkede yaşıyoruz. Hastalar bize küfrettiğinde arayacak yerimiz yoktur bizim. En fazla tutanak tutabiliriz ki onu da ya “hastadır..” der yapmayız veya “Tutanak yazacağıma iki hasta daha bakarım” deriz. Ama asılsız yere siz SABİM’i arayıp “Falanca doktor bana gerekli ilgiyi göstermedi vs..” dediğiniz anda Sağlık Bakanlığı o doktoru bulur hesap sorar. Denemesi bedava. Ne tuvalete gitme hakkı vardır doktorun, ne iki hasta arasında durma, ne de bir hastaya diğerinden daha fazla vakit ayırma, haşa! Tüm sağlık çalışanları birer kuklayız bu ülkede; siyasetçilerin elinde, basının elinde, hastaların elinde ve hatta meslektaşlarımızın elinde. Bir kukla olarak benim görevim: her gün 80 hasta görüp hastalara onların istedikleri tetkikleri istemek, onların istedikleri ilaçları yazmak, bilgisayara kodlama yapmak, basında çıkan “tu kaka doktorlar” haberlerine “bi tu kaka da benden” demek, siyasetçilerimizin olur olmaz kışkırtıcı açıklamalarını da görmezden gelmek…midir acaba? Artık hiçbirimizin içinden bu işi yapmak gelmiyor. Konuştuğum tüm diğer kuklalar gibi, ben de, tıp fakültesine ilk girerkenki hevesimle yeniden girmek, gerçek bir çocuk olmayı istiyorum. Ya da bırakmak istiyorum bu mesleği daha yolun başındayken. Ailemin ve hocalarımın harcadığı bunca emek, benim verdiğim bunca yıl hatırına hiç değilse şu tıp fakültesi diplomamı verselerdi de evimin duvarına olsun asabilseydim... (Dr. K.Ö.)
Paylaş