Paylaş
Bu sene Dünya’nın tüm leyleklerini havada görmüş olmalıyım. Çok seyahat ettim. Gele gide beynim döndü inanın.
Arda çocuklarla Dubai’den gelecek, ben çocukları İstanbul’da ondan alıcam, o işine toplantısına vesairesine devam edecek, ben de çocuklarla Yalıkavak yolcusu olucam. Arada da co-active koçluk yaptığım kişilerle buluşucam gibi çok şahane bir planım vardı. Dı. Evet.
De evdeki plan çarşıya her zaman uyamıyor işte.
***
Çok uzun zamandır kalbimdeki kafamdaki ve bünyemdeki tempo öyle yüksek ki, yazılar, kitaplar, maratonlara antrenmanlar, yazlık açılışı ve binlerce duygu… dedim ya, sallanıyorum, gerçekten sallanıyorum.
Merkür, Dolunay, yarım Ay, çeyrek Ay, ilk Ay artık her ne yüzündense, bi de duyularım en açık seviyede. Çok değil, aşırı hassasım.
Hani kuş tüyleri dokunsa kesiyor tenimi, öyle...
Gülüyorum, eğleniyorum; ama hemen içime dokunuyor bi şeyler anında.
***
Bodrum-İstanbul-Bodrum biletimi kendim seçtim aldım demiştim di mi?
Evet.
Gelin görün ki, evden çıktım Milas Havalimanı’na gelip Dubai’ye uçuyorum sanarak,
Dış Hatlara gittim iyi mi!
Ayol ben İstanbul yolcusuyum ya!
Hadiii güldüm geçtim kendime. Hemen iç hatlara gidip sıraya girip kimliğimi verdim.
Biletimi Atatürk Havalimanı’na aldım sanıyordum ki, kontuarda öğreniyorum ki Sabiha Gökçen’e almışım.
Haydaaa...
Açıl susam kafam açılsana! Yonca iyi misin kızım sen?
Dikkatsizsin bu ara.
Kızma kendine ama Yoncacım, olur arada böyle şeyler.
Kafan meşgul ondan. Çok fazla şeye bölündün. Normal. Kızma kendine.
Başkası yapsa aynı şeyi, ona kızmaz anlayış gösterirsin, e kendine de aynı başkasına gösterdiğin anlayışı göster Yonca.
Senin bir başkasından eksiğin ne?
Sen de x,y,z kadar değerlisin hatırla.
Peki...
***
Bu arada çok sevdiğim birini kaybettiğimizin haberi geliyor.
Darma duman oluyorum. Hani sanki bana koyver işte duygularını diyen tetikleme o haber oluyor.
Ama öyle böyle değil.
Yine bir havalimanı. Yine hava. Yine bulutların üstü.
Arıyorum arkadaşımı, annesini konuşuyoruz, telefon hıçkırıklarla kapanıyor.
Uçağa biniyorum. Hıçkırarak...
Yanıma gay bir çift oturuyor. Alman.
Derin bir “oh” çekiyorum.
E “oh” çekiyorum çünkü, uçağa binip koridorda ilerlerken bana acayip acayip bakmayan bir tek onlar oluyor!
Geri kalan her geçen kişi gözümden akan yaşlara çok garip bakıyor. Kendimi böcek gibi hissettiyorlar bana.
Karaböceklere neden böyle önyargılıyız bilmem.
Onlar kendi doğalarında olacakken evleri yapmışız yoldan geçerken iğrenip sürekli öldürüp ilaçlıyoruz. Ne kadar üzülüyorum anlatamam...
Bana bakanların yüzünde merak var ama bir “yargılama” var bakışlarda.
Evet yargılama.
Ve ayıplama! “Böyle ağlamanın yeri mi burası!” dercesine bi tavır.
Sadece bi yaşlı Teyze “Güzel kızım kıyamam ben sana, iyi misin, bi şeye ihtiyacın var mı?” diyor en şefkatli sesiyle, içim ısınıyor. Teşekkür ediyorum. Ay nasıl iyi geliyor onun o “annane sesi”...
Geri kalan herkes donuk kare geçiyor o yargılayan bakışlarla. Duygu ifade edemeyen tutuklukla geçiyorlar yanımdan. Bense gözlerinin içine baka baka ağlıyorum.
Herkes tutuyor kendini. Keşke tutmasalar onlar da.
Keşke sorsalar bana, veya açıkça “istersen burda böyle ağlama” deseler. Yeter ki bi şey diyecek kadar kendilerini kasmadan yaşayabilseler o an diye içimden geçiriyorum elimde olmadan.
Gay çift yanıma oturuyor o sırada.
Bana, başlarını yana eğerek, hani sessiz bir “merhamet” duygusuyla bakıp hiç konuşmadan “istersen konuş, istemezsen ağla, yeter ki rahat ol...” diyorlar.
Ya da... ben öyle algılıyorum o muhteşem bakışı ve yana yatmış başlarını...
Gözler konuşuyor resmen. Hem de kalpten!
Uçak havalanıyor.
Yol boyu kulağımdaki müzikler shuffle modunda, sanki özel seçmişim gibi, arka arkaya ne kadar damar şarkı varsa inadına çalıyor. İnadına azdırıyor her çalan tüm duygularımı.
İçimde ne varsa akıta akıta ağlıyorum ben de. Boşvermişim Dünya’ya daaa, uçağa daaa...
Gay çift ne yaptı biliyor musunuz bi ara?
Hostesi çağırıp benim için su istediler. Bana sormadan. Sessiz anlaşma yapmışız sanırsınız.
Su geldi içtim.
Hostes de çok tatlıydı. Hiçbir şey demeden bi tomar mendil de getirip masama koyuverdi. Gözlerimin içine sıcacık baktı.
Diğer yandaki koltuktakiler kafalarını bile çevirmediler bana doğru. Gözleriyle süzdüler çaktırmadan sözümona.
Önümdeki koltukta oturan kişi, arada bir, rahatsız olduğunu belirten bir tavırla bi bana bi önüne döndü.
Umursamadım. Ama aslında çok ağırıma gitti o tavrı. Sonra da, kim bilir ne kadar haklı bi nedeni var beni böyle ağlarken gıcık bulmakta dedim. Anladım onu da. Belki daha önce hiç bu kadar çok uluorta duygu görmemiştir, zor gelmiştir.
Ağlamaya devam ettim.
Gay çiftten benim yanımda oturanı, döndü elimi avcunun içine aldı, hani böyle onaylamak istercesine vurursun ya elini üstüne, öyle yaptı. Bir de omzuma vurdu tıp tıp tıp.
Merhamet, anlayış, ilgi, şefkat ve sessizlik.
Beden dilinin sadeliği ve gücü.
Sıfır ayıplama. Sıfır. Soru sorsa konuşacak halim mi var sanki. Yok. İyi ki sormuyorlar bi şey.
Ve aslında gay olmalarının filan hiçbir önemli katma değeri yok bu yazdıklarımda ve yaşadıklarımda.
Ama öyleydiler ve çok aşık ve çok güzel bir çifttiler. Sevgi dolu. Gerçek.
Mutlu oldum onların yanımda olmasından. Tanımadığım halde, bana denk geldi onların güzelliğine tanık olmak.
Uçaktan indim.
Ama inmeden önce teşekkür ettim.
Ve şunları yazdım sosyal medya hesaplarımdan birinde:
“İnsan ne çok duyguyla yaşıyo aynı anda ve bi günden ötekine filan değil aynı saat içinde bi çok gülerken birden çok üzülüp ağlayabiliyo. Eğer bu kadar çok duyguyu bu kadar sık ve gerçek yaşayamasaydım ben ben olmazdım bundan eminim. Genel yargının tersine duyguları tavana ve dibine yaşayabilmek bence esas denge. Hatta bunları uluorta yaşayabildiğim için kendi cesaretime şaşıyorum. Hissettiğim şeyi maskelemek idare etmek ertelemek ve yok saymak hatta kim ne der diye gizlemek kandırmak dengesizlik. Bi şey neyse odur yahu! Bunun neresi yanlış veya hastalık belirtisi de doktora gidelim düzelmek için. Ben bozuk değilim ki, sapasağlam duygularının hepsini yaşayan bir insanım. Esas duygunu yaşayamadın mı hastalanıyosun aslında. Haydi şimdi gözyaşları fora!”
Bu yazdığımın altına çok güzel mesajlar geldi.
ŞAHANE yorumlardı hepsi.
Hislerinden korkmayan, onları kutlayan insanlar olduğunu görme şansı verdi bu yolculuk bana.
Sırf bunun için bile uçmam gerekiyormuş belki de İstabul’a...
İnsanın en berbat günleri, en olmadık halleri en büyük kazançlara gebe, ve hatta en büyük güzelliklere.
Umut var her dibe vuruşun içinde.
Vurun anasını satayım nereye vuracaksanız.
Özgürce!
Yonca
“uç uç böceği”
Paylaş