Paylaş
Sonuncu mu, değil mi bilmem.
O kısmı hiç önemli değil zaten.
Her seferinde, şu indiğim en diplerde müthiş şeyler öğrendim, anladım.
Takdir ettim, eleştirdim, eledim, ekledim, çıkarttım.
O tanıdık Yonca şu aralar yok yani ortalarda. Acelesi de yok ortalara çıkmak için. Arayıp soruyorsunuz, teşekkür ederim, ama çok baskı var gibi geliyor üzerimde.
Binlerce parçaya bölündüm. Kafamı, gönlümü toplamam lazım odaklanmak için. Bir dolu ciddi karar alıp vermem gerek.
Gün içinde iyi hissettiğim anlar da var. Ama haydeee hoppaaa değil.
Zaman istiyorum hayattan!
Hep, aman başkaları üzülmesin, yanlış yorumlamalar yapmasın, aman elalem yanlış anlar filan diye iyi hissetmezken acele acele iyiyim deyip geçerdim.
Bu sefer yok öyle!
Bu sefer, kendi hızımda kalıp harbi sağlam kullanacağım zamanımı.
Soma ile başladı bir şeyler…
Zaten iki yüzlülükler, sahte ilişkiler, canımlı cicimli konuşmalar ve fakat ama alt bantta sonsuz aldatmalar, şahane görüntüler altında sahte duygular, suni ve donuk surat ifadeleri ve mükemmel hayatlar filan gibi şeylere hayli takmıştım kafayı; Soma üstüne gelince yerle bir oldum.
Sanki ben de o madende nefessiz kalarak, zehirlenerek, haşlanarak can verdim.
Sanki ben de “buradan çıkarım” diyerek girdiğim tünellerde kayboldum gittim. Üstüme kül döktüler, yangın söndü belki ama, ben de taş kestim.
Yonca
“gri”
Somalı 8 Üniversite Öğrencisi için TOG bursu
Zerre inanmıyorum bu ülkede söylenen hiçbir şeye.
Hükümet ağzıyla kuş tutsa da olmuyor, olmayacak.
1 insan değil, 301 insan ölüyor ve manzaralar, söylenenler… hep yalan hep idare, hep algı yönetimi. Hep en fakirin duyguları kullanılıyor. Hep en saflar mağdur.
Dinin ve her türlü duygunun bu kadar kullanıldığı bir dönem oldu mu bilmem.
Kilise duvarlarına asılan gerçekler gibi, bizde de cami duvarlarına asılsın gerçekler diye dua ediyorum her gece.
Elimden ne gelir diye çok düşündüm Soma için. Çaresizlik bitiriyor beni.
Mağdur kalan öğrenciler veya onların haklarını koruyacak avukatlar ve hukuk için bir şeyler yapmak istedim.
En iyi yapabildiğim ve hayat amacıma uyan şey bu...
O ara, önceden söz verdiğim için Hürriyet’i, yani gazetemi temsilen Corporate Games Istanbul’da 5km yarışacaktım.
TOG Soma için burs açtı. Soma’da birinci dereceden yakınını kaybeden üniversite gençleri için burs fonu.
Vodafone’u aradım hemen.
Daha önce de TOG için tahsis ettikleri 4555’i aktifleştirmelerini, sms’le bağış çağrısı yapmak için izin istediğimi söyledim.
Vodafone ve TOG, 2 saat içinde her türlü sorunu çözüp hattı açtılar.
1 gencin 1 yıllık ihtiyacı 2500TL. 250sms gelse, 1 genç devam etse okumaya, hayallerini gerçekleştirse, tamamdır dedim.
5km’lik yarış çabuk bitmesin de bağış çok gelsin istedim.
Sonra sormaya korktum, ya hiç sms gelmediyse diye... Meğer TOG Soma Bursu için Vodafone 4555’e gönderdiğiniz sms’lerle tam 8 üniversite öğrencisini burs sahibi yapmışız.
8 üniversite öğrencisi, okumaya devam edecek.
Çok şükür!
Yonca
“gençlere değer”
Pavlov’un köpekleri
“TOG Soma bursu için koşacağım” dediğimde birçok okurdan tepki geldi; vay efendim ben niye bu çocukların sorumluluğunu alıyormuşum, devlet ne güne duruyormuş, hem hata onların hem hiç bedel ödemiyorlarmış, ben hükümetin yapmadığını yaparak tembelleştiriyormuşum sistemi, hem Soma’dakiler de halkın duyarlılığı ve bu yardımlara alışıp haklarını aramaktan vaz geçerlerse çok fena olurmuş, en güzeli ben bir şey yapmayaymışım...
Bakın ben kimseye zorla bir şey yapın demedim. Ben bunu yapacağım dedim.
O kadar.
Haklısınız, bu hükümet ve o şirket ölümlerin tek sorumlusu! Yazıklar olsun hepsine. Elbet cezalarını çekecekler, adalet yerini elbet bulacak.
Da işte o canlar geri gelmeyecek. Ve adalet yerini bulana kadar olan o çocukların hayatı ne olacak!
Oradakiler insan. Genç. Çocuk.
Pavlov’un köpeği değiller alışsınlar!
Alışırlarmış ilgiye ve hak aramazlarmış filan diye düşünemiyorum.
Ben daha fazla bu hükümetin, veya birilerinin bi şey yapmasını bekleyemeyeceğim. Tahammülüm kalmadı.
Herkes elinden geleni yapsa da şu hükümete hiç gerek kalmasa!
Açıkçası hayalim budur. Taraf olan bir şeylere ihtiyacım olmasın istiyorum.
Ben insanlıktan, adaletten, özgürlükten, barıştan ve kardeşlikten ve merhametten ve eşitliklerden yana olmak istiyorum.
O üniversite öğrencisi çocuğun hayatı madende söndü. Neyi nasıl bekleyecek?
Ben, elimden en minnacık hayalim alınsa, mezar taşı oluyorum.
Hükümet’in tüm jetonları, ahlakı, etik anlayışı, dürüstlüğü, adaleti gelesiye kadar bekleyecek hal kalmadı bende. Bu cümleyi bin kere yazsam yetmiyor.
Ben bildiğim şeyleri yapmaya, yazmaya devam edeceğim.
Beni dibe çekmeye çalışıyor bu sistem ama, gidesim yok.
Ben bildiğim yöne gideceğim.
Yonca
“başına buyruk”
Sosyal Medya’dan da ögh geldi
Sosyal Medya da sıktı.
Her şeyin cılkı neden bu kadar çok çıkıyor bizde bilmem.
Gördüğüm bazı paylaşımlara tahammül edemediğimi anladım.
Her şey ticari, her şey suni, her şey gösteriş.
Like ediyorsun; ama okumuyorsun. E ne anladım ben bu işten?
Beni like etmeni istemiyorum. OKUMANI istiyorum.
Yüz bin takipçi ama kaçı harbi?
100 dolar ver milyon takipçin olsun... Öyle ruhsuz ki...
Ben teması özledim. Ses duymayı. Sohbeti.
Keyifli anların gerçekliğini.
Zamanın bize ait olmasını özledim.
Bana küfretmeni değil, bana eleştiride bulunmanı istiyorum.
Paylaştığım şeyin altına reklam değil, ne hissettiğini yazmanı istiyorum.
Ben duyguları, hisleri, düşünceleri paylaşmak istiyorum.
Gerçek istiyorum!
Yonca
“harbi”
Bir süredir kırmızı ruj ve simlerim de yok gözlerimde.
Ne kendimi ne de alemi şu ruh halimde kırmızı ruj ve simle kandırıp hüzün ve düşünceli günlerime maske takmak ve “ay şekerim her şey yolunda” diyerek kandırmayacağım.
Canım harbi sürmek istediğinde süreceğim.
Çok iyi geliyor insana hissettiği gibi olmak. Tavsiye ederim.
Zorlayarak değil, mantıkla değil, ruhumla duygumla gerçek neyse o olmaya başlayarak kendimce bu ülkenin “aynılığından” kendimi azad ederek özgürleşeceğim.
Bu ülke, ilişkiler, basın ve bir sürü başka şey beni “kandırılmaya ve kandırmaya” zorlayarak dibe çekmek hatta boka yatırmak istiyor ya…
O maskeli baloya ben gitmeyeceğim.
Kendi bahçemde yalınayak ve huzurla gerçeklik nasılmış onu deneyimleyeceğim.
Yonca
“saydam”
Paylaş