Paylaş
İşin ilginci, aynı yaştaki çocukların hepsi bulaşıcı hastalık gibi dönemsel olarak aynı şeye kafayı takıp o şeye kitleniyorlar.
Oğlum da plastik, renkli, çeşitli şekilleri olan; ama çektiğin zaman bileklik olan garip şeylere takıldı. Saçma sapan bir şey. Ama o ve arkadaşları bayılıyorlar bu şeylere.
İyi tamam. Olabilir.
Bizim göremediğimiz bir şey görüyorlar belli ki.
Henüz Küçük Prens onlar. Biz büyük ve sevimsiziz.
Biz de gittik bir paket aldık. Pakette 20ye yakın bileklik oluyor. Rengarenk. Alınca benim de hoşuma gitti iyi mi!
“Bana da bir tane verir misin?” dedim, saf saf.
Aman Tanrım! Demez olaydım. Zannedersin kolunu kopar ver demişim. Çocuk nasıl fena oldu, yüreğine indi. Veremiyor bir türlü. Ben de inat ettim: “Bir tanecik yaaa, lütfeeen...” dedim.
Mahvoldu, içi gitti, zaaar zor verdi. Sonra da geri istedi iyi mi!
İşte o zaman da bana gelenler geldi.
İnanılmaz bozuldum, verdim gerisin geri bilekliği ve tavır koydum. Kalbimin çok kırıldığını söyledim. Hakikaten de içime oturdu. Sen her şeyini ver düşünmeden, o saçma plastik senden kıymetli olsun filan gibi şeyler düşündüm. Saatime denk geldi işte. Çocuk oldum ben de.
İlk defa oğluma inanılmaz kararlı ve planlı soğuk davranmaya başladım.
Kardeşim erkeğin özü işte orada ortaya çıktı iyi mi!
Hem üzülüyor, hem de kendine yedirip de içinden gelerek şöyle bir özür dilemek ya da gönül almak çabasına giremiyor. Hem yüz arıyor, hem alamayınca perişan oluyor ama hiç de oralı değilmiş gibi yapıyor.
“Sen misin çatlatan, ben mi?” dedim, psikopata bağlandım birden.
Ne saçma değil mi? İyi ama birden öyle oldum işte. Şeytan mı dürttü nedir...
Sabrettim. Mesafe koydum. Bekledim. Deliriyorum sandım beklerken. Ne hikayeler, ne kabuslar yazdım kafamdan. Tam delilik.
Cuma, Cumartesi, Pazar... derken bizimki hala kıvranıyor; ama tık yok.
“Benimle konuşmayı düşünüyor musun, yoksa bu soğuk savaş devam mı edecek? Böyle mutlu musun?” dedim en sonunda Pazar akşamı, ortamdan çatlamamak için.
“Seninle konuşmak istiyorum; ama yarın... Sen işten gelince, ben yatmadan önce konuşmayı düşünüyorum...”dedi.
“Neden yarın peki, yani şimdi konuşsan da rahatlasak olmaz mı?” dedim.
“Ama Anne ne diyeceğimi bilmiyorum ki! Onu düşünüyorum. Yarın akşama ne konuşacağımı hazırlıyorum.” dedi.
Gülmemek için ne zor tuttum kendimi anlatamam size. Nasıl da ciddi sıpa.
“Ya sabır...” dedim.
Yattık kalktık. Onlar okula ben işe...
Nasıl zor dayandığımı anlatamam size. Gün geçmek bilmedi. Dünyanın en şeker çocuğu sıpa. İçim gidiyor... Ablası da dertlendi: “Anne kardeşime neden kızdın, neden kırıldın, affediceksin ama değil mi?...” diye sürekli soruyor bu arada... Hiç gelemez o da benim gibi soğuk savaşa...
Neyse efendim.
Pazartesi akşamı işten koşa koşa eve geldim. Bizimki yarı ağlamaklı; ama kuyruğu dik tutuyor. Nasıl bir gurur bombası... Elinde de bir kağıt.
A4 kağıdı ikiye katlamış, üzerine kendi resmini ve beni çizmiş. İçine de:
“Çok üzgünüm Annecim, bir daha asla yapmayacağım...” yazmış o yeni öğrendiği eğri büğrü el yazısıyla.
Bana kartı, yanında minik bir çikolata ve kurşun kalemle beraber verdi.
Kendi kalemi...
Ölüyorum sandım o anda.
Aldım kucağıma;
“Hayatta benim için senden daha önemli hiçbir şey olamaz. Ben seni affettim. Kalbimin kırığı da hemen geçti. Sen de beni affet barışalım bir daha da asla birbirimizi saçma bir şey için kırmayalım, kırarsak da asla bu kadar uzun kırgın kalmayalım hemen gönül alalım, hemen!” dedim.
Bir güzel ağladık birbirimize sarılıp. Minicik elleriyle sırtıma tıp tıp tıp vurdu biliyor musunuz, tıpkı bebekken benim ona yaptığım gibi.
Sonra, kulağıma eğildi ve şöyle dedi:
“Anne ben hatamı anladım ama kendimi affettirmek için ne yapmam gerektiğini bilemedim. Ablama sordum. O da bana yardım etti, bütün fikri o verdi. Ondan geciktim...”
Alın size gerçek işte!
Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın var yine ?.
Ama bu takım çalışmasını, ne yalan söyleyeyim, çok takdir ettim.
Yonca
“çocukça”
Paylaş