Paylaş
Sadece bir nefes alsanız ömrünüz uzar.
Yüzerken yanınıza sessiz sedasız bir Caretta geliyor mesela.
Kafasını uzatıyor size.
Şaşkınlık geçip de göz göze gelince; gülümsüyorsunuz.
Tipi çok komik çünkü; afacanca bakıyor size.
Caretta kardeş iki nefes alıp dalıp gidiyor derinlere. Çırpınıyorsunuz bir daha görmek için ama nafile. Bir kere gördüğünüze şükür.
Oysa üç sabahın üçünde de yanımızda uyudu uyandı Caretta kardeş. Her seferinde 100 bin kere şükrettim gördüğüme.
Caretta’nın dalıp gittiği ufuktan yunuslar geçiyor zıplaya hoplaya.
Çam ağaçlarıyla zeytin ağaçları sarılmış birbirine. Sımsıkı.
Kök salmışlar mavilere.
Günlük ormanları kilometrelerce.
Ağaçların arasından, dağlara oyulmuş binlerce yıllık taş mezarlar çıkıyor karşınıza kafanızı kaldırdığınızda.
Sadun Boro’nun “Vira Demir” kitabı elimizde, üç senedir çocuklarımıza doğamızı ve tarihimizi gezdiriyoruz.
Bu sene doğaya ek olarak turistleri de gözlemledim ama.
Tutamayıp kendimi okkalı küfürler sıraladım bazılarına.
Yabancı turist bizim memlekete gözü gibi bakarken, yerli turist nereyi pisleteceğini şaşırmış durumda. İnsan öle bayıla geldiği yeri neden kirletir ki?
Bir daha gelememek için mi?
Tahrip gücü çok yüksek ve zarar vermekten zevk alan insanlarız resmen.
Neden bizim kendi ülkemize saygımız ve sevgimiz yok bir anlasam!
Gezi Parkı’ndaki gençler çöpleri toplayıp dünyaya örnek oldular oysa.
Hep beraber kıyılara da el atmalı kesin.
Denize çöp boşaltan mı istersiniz, çam ormanının dibinde mangal yakıp yangın riskini umursamayan mı, çöpünün çöp olduğunu kabul etmeyen mi!
“Bak burası çöp doldu!” diyorsun, adam “Yoo diiil!” diyor. Çünkü ona göre plastik su şişesi ve sigara izmariti çöp değil mesela. Gel de çıldırma!
“Niye çöpünüzü toplamıyorsunuz!” deyince cevap da hazır: “Devletin işi ne, toplasın!”
Gerçekten bu iş medeniyet ve eğitim meselesi.
Kaptanımız Hasan Arslanseren ve gemicimiz Sinan Karakuş önderliğinde çocuklarla aldık torbaları elimize, bir güzel sahil temizledik.
Ben size diyeyim kaptan olmak için de sadece ehliyet yetmez. Denizi, doğayı sevmek gerek. Ama gönülden!
Denizi, kıyıları, düşünmek; doğa aşkını senden sonra gelen nesillere anlatabilmek gerek.
Hasan Kaptan tam da öyle işte. Doğa aşığı bir insan.
Çocuklarımıza güzel iki insan örneği; Hasan Kaptan ve gemici Sinan.
Bu doğal cenneti nasıl korumak ve sahip çıkmak gerek, yaşatarak öğretiyorlar ailemize.
İnsan mavi ve yeşile nasıl kıyar, bir anlasam!
Tarihi eserin üzerine fayans kaplayıp restoran haline getirmeye çalışanı bile olmuş! Onu da gördük bu arada. Ne kafasıysa bu!
Tarihe, doğaya sevgi ve saygı lütfen.
Lüüütfen!
Bak lütfen diyorum, lütfen!
Yonca “Çöpçü”
Yalıkavak Marina
Minicik sanat galerilerimiz vardı. Küçüktü, samimi ve kendine hastı.
Sanat vardı. Geçen sene gururla yazdım. Dı.
Şimdi sanat uzaklaştırılmış ve Marina AVM’leştirilmiş. Ağlamaklı oldum betonlaşmış, Dubai özentisi Marina’yı görünce.
Minik tekne de olmak ayıp sanki.
Gemi gibi yatlar basmış her yeri. İyi ki hâlâ Balıkçı Sığınağı var diğer tarafta. Koşarak kaçtım Marina’dan o tarafa.
Topuklu ayakkabınla kokoşlanmazsan dışlanırsın sanki. Öyle bir ortam oluşturulmuş.
Bizim “seviyeden” anladığımız bu sanırım; betonlu markalaşma.
Şehirlerden neden kaçıp geliyoruz ki biz sahil kasabalarına?
Düz ayak, yalınayak, şort tişört takılmak, rahatlamak için değil mi?
Koyvermek için yani...
Tatil rahatlamak değil midir, sadeliği, basitliği, doğallığı yaşayabilmek için değil midir?
“Ne kadar basit, o kadar iyi” sloganını da mı duymadınız sahi?
Betondan kaçıp geldik biz. Miştik yani.
Mağaza zincirleri filan var şimdi marinada.
Neden?
Yalıkavak’a gelen de bulamasın yahu bilmem ne markasını, ne var sanki...
Ölür müsün iki gün aradığını bulamazsan, incilerin mi dökülür?
Nereye gitti Yalıkavaklı sanatçıların atölyeleri, galerileri?
Robotik düzen eşit ara ağaçlandırma yapılmış. Oysa olan ağaçlara ek ağaç dikilirdi gölge istendikten sonra.
Her yer her yere, herkes herkese benzeyince duracak mısınız?
Farklı ve eşsiz olmanın cazibesinden haberiniz yok mu hâlâ?
Of valla içim şişti.
Burayı da istila etmiş betonlaşma.
Yonca “taş kafa”
Paylaş