Paylaş
Tıbbi bilgileri biz sıradan insanlara anlaşılır şekilde anlatmanın harika yollarını bilir.
Bazen verdiği mecazi örnekler güncel hayatımıza manidar şekilde oturur.
Logaritmik ölüm gibi...
Mikrobiyologlar verdiğimiz kan veya idrar örneğini alıp “Besi Yeri” denen şeye bitki gibi ekiyorlar. Bakteriler orada tıpkı bitkiler, insanlar gibi beslenip büyüyorlar. Böylece neyin nasıl ürediğini görüp hastalığı teşhis edebiliyorlar.
Besi yerine ekilen bakteriler, ilk önce aşırı hızla çoğalıyorlar.
Tıpkı insan nüfusu gibi. Sayıları “logaritmik artış” gösteriyor; ölen az, üreyen fazla.
Sonra bir durgunluk dönemi oluyor. Nüfus aynı sayıda devam ediyor.
Doğumla ölüm eşit sayıda oluyor.
Zaman geçiyor.
O hızla artmış olan nüfusun tükettikleri de atıkları da artıyor. Tüketecek yiyecekleri de giderek azalıyor; çünkü besinler giderek daha fazla bakteri tarafından paylaşılıyor.
Dikkat ama, atıkları da artıyor dedim. Yani ne kadar çok bakteri, o kadar çok kaka. Bu sefer de başlıyor mu size “logaritmik ölümler”...
Al sana felaket!
Bakteriler kendi atıklarından zehirlenip, kitleler halinde başlıyorlar ölmeye.
Birileri de her şeye rağmen hayatta kalmayı başarıyor!
Canavar gibi bunlar.
Çünkü bunları, ne atıklar ne de diğer mikroplar öldürebiliyor. Her şeye bağışıklık kazanmış yaratıklar bunlar.
Tehlikeliler.
Bize benzemiyorlar mı?
Dünyayı bir besi yeri olarak kabul edersek eğer, bakteriler gibi olan bizler uzunca bir süre logaritmik çoğaldık.
Çok tükettik, kirlettik. Besin kaynağımız olan doğayı mahvettik.
Kuraklığı ve susuzluğu tetikledik.
E atıklarımız da o oranda hızla çoğaldı. Hastalıklar hortladı, çeşitlendi, yayıldı. Karadeniz’imiz Tuna Nehri’nin getirdiği pisliklerle doldu taştı. Akdeniz’de yüzülecek temiz su bulmak zorlaştı. Mavi bayraklar kursağımızda kaldı.
“Logaritmik ölüm” neredeyse kapımıza dayandı!
Doğayı korumanın önemini daha nasıl anlatmalı bilmem.
Suyu bari dikkatli tüketelim.
Çamaşırda önyıkama yapmayalım. Bitti o devir, önyıkama tarih oldu.
30 derecede yıkayınca da temiz oluyor çamaşırlar. Bütün uzmanlar, deterjan üreticileri söylüyor, hâlâ 90 derecede yıkama takıntısı olan var bak.
Bulaşık makinesine bulaşıkları yıkayıp yerleştirmeyelim.
Dişlerimizi fırçalarken musluğu kapatalım.
Kağıt ve plastik atıkları yeniden değerlendirelim.
Süpermarketlerdeki aşırı plastik torba kullanımına gıcık oluyorum, kullanmayalım.
Işıkları söndürelim.
Eğitimli medeni insanlar gibi davranalım.
Teşekkürler.
Yonca
“logaritmik dikkat”
Çocuk oyalama yöntemi olarak yemek
Alman arkadaşımın bize dair yaptığı tespitlere çok güldüm.
“Türkler yemek yemezse ölecekmiş gibi yaşıyor” dedi.
Yatarken sabah kahvaltısını, kahvaltıda öğleni, öğlen çay saatini, çay saatinde akşam yemeğini ve akşam da yatmadan önce ne yiyeceğimi düşünmekten perişanız.
Aç mıyız tok muyuz hiç düşünmüyoruz. Mutlaka yememiz gerek. O kadar.
Acıkmadıysan yeme di mi?
Olmazzz. Biz mutlaka yemeliyiz ve aynı şiddette yedirmeliyiz.
Her şeyin başı yemek. Yemekle sosyalleşiyoruz. Yemekle mutlu veya mutsuz oluyoruz. Yemekle rahatlıyoruz. Yemekle iyileşip hastalanıyoruz.
Bende şu vardı: “Çok yorgunum yemek yiyip kendime geleyim...”
Ayol yorgunsan dinlen Yonca. Aç değilsin, yorgunsun.
Uykum gelince de enerjim gelsin de uyumayayım diye yemek yemeğe kalkardım. Ne alakası var.
Uykun varsa uyu. Yorgunsan dinlen. Toksan yeme.
Çocukları da yediremezsek delirecek gibi oluyoruz.
Yemekten daha yeni kalkan çocuğu yeter ki otursun diye mama sandalyesine koyup hâlâ daha yedirmeye çalışanını görüyorum. Çocuk koca tabağı silip süpürmüş, hâlâ aç kaldı diye hayıflananı da var. Yemek yedirmek çocuğu oyalamanın veya yedirdiğin için kendini iyi anne hissetmenin en kolay yolu olmuş. Ver eline bir şey, yesin dursun.
Biz niye aklımızı yemekle bozmuşuz bilen var mı?
Sofrada yediğimiz yetmez gibi yemediklerimizin hayalini konuşan tipleriz.
Yemek konusunda da feci müsrif olduğumuz kesin.
Şu yazıyı yazarken acıkmama da pes yani!
Yonca “tok”
Paylaş