Paylaş
Hani neden sanki daha önce seyredip yeterince perişan olmamışım gibi yeniden oturup Babam ve Oğlum’ u seyrettim ki!?
Hangi aklı başında insan bu acıyı kendine yeniden çektirir ki?
Neden neden neden?
Hele de ben!
“Kayıp acısı” bir türlü dinmeyen ben, bu acıyı neden durup durup deşiyorum ki?
NEEEE DENNNN?
Yine perişan oldum, yine maziye daldım, yine hüzünlere boğdum kendimi ve beter oldum iyi mi!
Yine!
Bu nasıl iştir bilmiyorum; ama Çağan Irmak işini biliyor kardeşim. Bilmem kaç yıl sonra bilmem kaçıncı keredir aynı kuyuya düşüyorum... Düşüyorum düşüyorum düşüyorum ve çıkamıyorum.
Ne güzel bir bayram tatiliydi oysa...
Ne kadar güzel cep telefonsuz, bilgisayarsız, teknolojiden uzak; sadece çocuklarımız ve biz olan bir minik mola vermiştik hızlı hayata, ne güzel yavaşlamış, ne güzel kahkahalar atmıştık oysa...
Ne de güzel neşe içinde güle oynaya yatağa uzanıp “Küçük Salyangozla Dev Balina”’ nın hikayesini okuyup hayallere dalmıştık çocuklarla...
Neden kalktım küçüklerin geniş hayal dünyasından da girdim büyüklerin daraltıcı dünyasına birden?
İnsan sırf büyüdü diye, büyük olmak zorunda mı gerçekten?
Zaplarken kanalları bir baktım film Türkmax’ da başlamış; dayanamadım takıldım bir kere daha. Bir kaç kez vazgeçmek istedim, başka şeylere dadanmak için kendimle uğraştım; ama yenik düştüm o beni kendimden alan Muğla aksanına...
Bir başladım ağlamaya, tut tutabilirsen...
Ne mümkün!
Film bitti, ben de bittim.
Oturdum ekran karşısına dedim belki yazarsam ders olur bana.
Olur mu acaba?
Bir insan kendini acıtan şeylerden uzak durmayı nasıl öğrenir?
Ya da canını acıtan şeylerin canını artık acıtmaması için yapması gereken şeyi nasıl keşfeder?
Bilir misiniz bu derdin çaresini?
Biliyorsanız,
Bana da verir misiniz reçetesini...
Lütfen...
Yonca
“silbaştan”
Paylaş