Paylaş
Mesela ben...
Yazarlıktan bahsetmiyorum bakın, maaşlı kadrolu vesaire olduğum gündelik işimden bahsediyorum. İşimi çok sevdiğimi söyleyemem. Girdik bir kere, çalışıyoruz işte çok şükür. Yalnız lütfen hemen kalkıp top tüfek “Nankör” diye bana bağırıp çağırmaya başlamayın. Nankörlük yapmaya çalışmıyor, bir şeyi anlamaya anlatmaya çalışıyorum.
İşte ne bileyim, bu devirde sağlam bir işim var, konumum iyi, maaşım düzenli yatar, ortam şu son zamanları saymazsam, genelde gayet renkli ve iyidir, sağlamdır diyerek seviyor olmalı gibiyim. Daha da doğrusu, biliyorum işime laf edecek lüksüm yok. Hem sevmesem kaç yazar ki? İşimi sevmemi kimse beklemiyor. İşimi doğru ve iyi yapayım yeter, bunun bilincindeyim, şeklindeyim.
De insan sevmediği işi ne kadar iyi yapabiliyordur ki?
İnsan sevdiği işi bile bazen yeterince iyi yapamıyor.
Aradaki tek önemli fark, insan sevmeden yaptığı şeyden hep şikayet ediyor, severek yaptığı şeyden asla şikayet etmiyor.
Gelen e-postalardan anlıyorum ki, işini seven ya yok, ya çok az. İstisnalar kaideyi asla bozamaz tabi. O yüzden çok merak ediyorum, kaç kişi işini öle bayıla yapıyor? Hem neden biz bir türlü: “Hayatta en sevdiğin şeyi yap çocuuum!” diyerek evlat yetiştiremiyoruz mesela? (Gerçi ben öyle diyorum. Sevmedikleri şeyleri asla yapmak zorunda kalmasınlar, amin.) Mesela neden çöpçü olmak isteyen çocuğa olamazsın, arkeolog olmak isteyen çocuğa sürünürsün, tiyatrocu olmak isteyene manken ol daha iyi, manken olmak isteyene öl daha iyi diyoruz acaba? Ay bi de ne çok önyargımız var meslekler hakkında!
Kafam koskocaman bir soru işareti şeklinde bu ara.
Hayatımda en sevdiğim şeyi yaparak geçinmem imkansız.
Hayatımda en sevmediğim işi yaparak en sevdiğim işi yapmaya devam etmem sağlıksız.
Hayatımda en sevmediğim şey veya en sevdiğim şey arasında bir seçim yapmam ise, şu son geldiğim durumda anlamsız.
Yani... Bu yazıdan çıka(maya)n sonuç şudur arkadaşlar:
Çok düşünme.
Devam.
Yonca
“dipsiz kuyu”
Paylaş