İnsan hiç yakından görmediği birini özler mi?

Sadece fotoğraflardan, anlatılanlardan, seyrettiğim belgesellerden, anneannemin anılarından, teyzemin anlattıklarından, tarihçilerin yazdıklarından, okuduklarımdan, bana öğretilenlerden bildiğim adamı resmen özlüyorum!

Haberin Devamı

Çok garip ama öyle işte...

Acaba aldığım eğitim yüzünden mi, ailemin bana verdikleri yüzünden mi, neden?

Tam kestiremiyorum.

Evet, bazı konularda saplantılarım var. Evet, taraf olduğum şeyler, ideallerim, kendimce inandığım ve asla ödün vermeyeceğim düşüncelerim ve bir kendim olma şeklim var. Tutarlı mıyım, değil miyim, düşünmedim çoğu zaman. Öyle bir çabam yok. Ben insanoğlunun sürekli tutarlı olabilmesini şaşkınlıkla karşılarım çünkü.

“Doğma-büyüme-ölme tutarlı olan insanlar” insanüstü ve çok yapay gelir bana. Çünkü insan değişir ve istemeden de olsa hata verir.

Ben insanı defolarıyla severim mesela.

Körü körüne geçmişte yaşamaya kendimi mahkûm etmiş, kronik bir mazi kölesi de değilim. Maziyi romantikçe severim o ayrı.

İnatçı bir kadınım, ama tutucu bir inatçılığım yok. Esneyebilen bir insanım. Gelişen dünyaya ayak uydurabildiğimi düşünüyorum. Ya da 2 çocuk annesi bir kadın olarak zaten buna mecbur olduğumu düşündüğümden, kendimi sürekli yenileyip ‘çağdaş’ olmaya ve kalmaya çabalıyorum. Çocuklarımdan, bizimkinden son derece farklı olan dünya görüşlerine ayak uyduramadığım için kopmak istemiyorum. Biz farklı yetiştik, onlar çok daha farklı yetişiyorlar. Daha geniş açıyla bakıyorlar her şeye. Onlar dil ve aidiyet konusunda bizlere göre daha esnekler mesela. 

Aslında bunu yazarken kendimi de eleştirdim, yazı boyu. Anlamaya çalıştım kendimi ki anlatabileyim bu duygumu. Veya anlatmayı deniyorum işte...

Ama bütün bu yazdıklarım olan ben, bugün dönüp sağa sola baktığımda hâlâ daha herkesin kendine göre istediği isimle çağırabildiği, anabildiği, eleştirebildiği, kızabildiği, sevebildiği, nefret edebildiği “O Adam”ı özlediğimi hissediyorum. 

Ben Mustafa Kemal Atatürk’ü özlüyorum.

Bakıyorum ve baktığımda gördüğüm o fotoğraftaki adamın duruşunu, gücünü, kendine güvenini, ileri görüşlülüğünü, yaptıklarını, aştıklarını düşünüp özlem duyuyorum, özeniyorum.

Neden ve nasıl tüm dünyada liderlik tanımı bu kadar değişti acaba?

O kadar çok seviye düştü ki, o kadar çok şey ayaklar altına alındı ki şu benim gördüğüm son 20 yılda; o kadar çok şey siyasete alet edildi, insan kalitesi o kadar düştü ki... Hani özlememek için tek bir neden hâlâ çıkamadı karşıma.

Galiba...

Liderlik vasıfları sanırım benim için hâlâ başka.

İnsan kalkıp bu devirde 60 yıl öncesinin liderlik vasıflarını özlüyorsa...

Bir yerde var bir gariplik, değil mi ama?

“Arıza” belki de bende. 

Çağdaş, laik, özgür bir kadın olmayı seviyorum çünkü. Kendi tanımladığım, tanımlama hakkım olduğu haliyle seviyorum demeliyim aslında. Bu haklara da hazır kondum evet. Ben istemedim, bana armağan edildi. Daha şanslı olabilir mi bir insan? Ama bir gün bile haklarımın kıymetini bilmemek, onlardan kolayca vazgeçebilmek aklıma gelmedi. Deli gibi bağlandım, bağlıyım onlara...

Haberin Devamı

Okuduğum okul, ailem, yetiştirmeye çalıştığım çocuklarım, ilkelerim, gelişen sürekli değişen, ilerleyen dünya; yaşadığım çok renkli, dinli, ırklı ortam ve tüm bunların sonuçlarına baktığım zaman, pek de yanılıyormuşum gibi gelmiyor üstelik bana...

Ölmeseydi Atatürk...

Bugün geri dönüp Demirel’e, Baykal’a sorduğumuz gibi sorular sorsaydık ona, akıl alabilseydik, akıl danışsaydık keşke... Mustafa Kemal olan bitene ne derdi acaba? Sürekli bunu düşünüyorum şu ara. Merak ediyorum.

Gericiliği ilericilik gibi anlatanlar nasıl çağdaş oluyor ve insanlar buna nasıl inanıyor; bunu bana anlatabilir miydi acaba?

Yarın 10 Kasım.

Anısına...

Yonca
‘hasret’

Yazarın Tüm Yazıları