Paylaş
Eskiden olsa, “ya” deyince, “Ya bakkalda, sevgilin son durakta!” derdik ama... Burası yeri değil şu anda. (Araya laf karıştırma, yaz kızım Yonca!)
Şu anda derin düşünceler sarmış dört bir yanımı, sıyırmamak için dayanıyorum hala ve hala! Ben mi çattım bu alem çocuklara, yoksa ben alemdim de onlar mı çattı bana? Artık her nasılsa, olan olmuş düşünecek pek bir şey kalmadı ya...
Bir çocuk herrr sabah 45 dakika “don da don!” diye ağlar mı ya? (Bu yazıda oldukça çok “ya” diyeceğim o da belli oldu, peşinen affola.)
“Çorap!” diye ağlayanı var mıdır peki?
Allah beni affetsin bu olayları burada size naklen yazdığım için bu arada. Yarın öbür gün oğlum bu satırları okuyup da bana küfür mü edeeer, ne eder bilmiyorum; ama hakikaten onu bunu düşünecek halde değilim. Ben yaşarken küfür etmediysem, o da okurken edivermesin bir zahmet.
Herrr sabah aynı nakarat, aynı kıyamet ve yaygara!
Yok çorabın dikişi ayağımın küçük parmağına değdi, yok dikiş küçük parmağıma ha değdi değecekti, değebilirdi de teyet geçti, biliyorum şimdi değmedi ama hissediyorum anne yolda değecek belli, aha anne ben sana dedimdi, işte değdi!
Çıkar ayakkabı-giy ayakkabı
Çıkar çorap-giy çorap
Olmadı dök bütün çekmeceyi; ne kadar çorap varsa giy-çıkar-ağla-ağla-çıkar-giy
Yine ağla...
Sabret gönlüm, sakın daha taşma!
“Anneeee, neden çoraplar dikişli? Dikişi olmayan çorap yok mu ki? Çocuklar için çoraplar dikişsiz yapılsa ne iyi olur anne di miiii?!”
...
Nihiii!
Diii oğluuum diii! Sen şimdi giy şunları hele bi, yoksa ben gösterecem sana dikişsiz çorabı şimdi!
Annanem hayatta olsa, ayıptır söylemesi, “Ananın gözü evladım!” derdi. Ben de zaten tutmadım kendimi, dedim gari. Çocuğa bir güzel kal geldi.
“Çorapçılar Birliği” diye bir birlik varsa, lütfen toplansınlar, şu 3 yıldır bitmek bilmeyençileme çare bulsunlar. Amin. Oğlum ayak parmaklarına temas eden parmak ucu dikişli çorap giyince cinnet geçiriyor ve özel dizayn çorap bekliyor. Ha ben aldım o dikişsiz denilenleri, onlar da topak topak uçlu. Onlardan değil istediği. Bildiğiniz baba çorabı olacak, ama ucu dikişsiz olacak. Nasıl olacak bilmiyorum. Ama olmalı. Olacak... Yoksa ben çorapları geçirip kafama, çıkacağım sokaklara, pilim bitti!
İkinci kriz meselemiz de “don” meselesi. Hatırlayanlar bilirler, bitmek bilemeyen bir don hikayesidir bu bizimkisi. Ben daha “Tarzan’ ın Donu Sendromu” olayını yaşadığımı yazarken anlamalıydım donun bizde büyük mesele olacağını. Nitekim, sevgili oğlum donlarını kendisi dizayn etmek ister.
Ya... öyle.
Okul için okul donları, park için park donları hafta sonu için paspal donlar hayal ediyor. Efenim okul donu slip ve cepli olacakmış; çünkü ceplerin içine oyuncak saklayacakmış, öğretmen bir oraya bakmıyormuş!
“Çok şükür bakmıyor!” mu demeliyim, fe süphan Allah mı demeliyim? Ne demeliyim Sayın Aklı Başında Okur, ne demeliyim?
Park için ön kısmı sert ve korunaklı yaşına uygun boyutta don hayal ediyor; çünkü futbol oynarken canı acıyormuş, canı acımasa da acıma riski varmış.
Haklı çocuk, ne demeli? Ne ne ne?
Haftasonu donları da en bolundan, paspal ve renkli, her şeyi ortada misali.
Ne demeliyim bilmiyorum ki?
“The Don” çok önemli!
Yonca
“dondalak - 2”
Araştırmacı meraklısına dip not: http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=7990093&yazarid=232
Paylaş