Paylaş
Çocuklarımızın anne karınlarından arkadaş olmalarından, bize çaktırmadan aynı biberondan sütlenmelerinden, birbirlerinin ilk göz ağrıları olmalarından, aynı pusette kestirmişliklerinden, parkta el ele koşmuşluklarından, film seyrederken aynı sahnede küçük dillerini sallaya sallaya ağlamışlıklarından ve çocuk aklıyla birbirleriyle evlenme hayalleri kurmalarından mütevellit bir espri... Ben de çocukken Erol Evgin’le evlenmeyi hayal edenlerdenim misali...
Bizim çocuklarımız yani; Alya ve oğlum kardeş gibi.
Bir tek bizim gibi gurbette yaşayanlar bilir insanın ailesinden uzak olmasının ne anlama geldiğini. Çocuğun ilk defa “baba” der, ailenle o anki sevincini paylaşamazsın. ılk adımını atar, herkes görsün istersin, fotoğraf yollamakla yetinirsin. Okula başlayıp forma giyer, ancak telefonda karşılıklı ağlaşarak halini tarif edebilirsin.
Hadi yine teknoloji sağ olsun, bazı olayları web kamerasından seyrettirebilirsin seyrettirmesine ama, hiçbir şey çocukların büyürken kalabalık bir aile ortamı içinde olmasının yerini tutamaz.
Başın sıkıştığında, çocuğun hasta olduğunda, bitmek bilmeyen iş seyahatlerine gitmen gerektiğinde, çocuğunu yabancı bir ülkede, yardımcına bırakarak gitmek zorunda kaldığında anlarsın ancak, “arkadaşın” nasıl da artık “ailen”dir aslında.
Eğer şu çok cepheli savaşlar vermek zorunda olduğumuz kısacık hayatta, güveneceğimiz uzun ömürlü sağlam arkadaşlık-
larımız olmasa, bilmiyorum ne yapardık! ışte biz, Ayşe’yle ben, bu anlamda çok şanslıyız. Arkadaşlarımızla bir aile gibiyiz.
Ayşe, benim için hem Alya’nın annesi, hem de arkadaşım Ayşe. Röportaj için seyahate gitmesi gerektiğinde, Ömer de o sırada seyahatteyse hele, Alya’nın gece uykusundan uyanıp “Anne!” dediğinde yanında olamayacağını düşündüğü için, telefondaki yutkunan sesinden gözlerinin de çaresizce dolu olduğunu anladığım
Ayşe...
İşkadınlığı, annelik, eşlik, “hem o hem bu hem şu” diye tıpkı hepimiz gibi, binbir gezegen arasında savaş veren Ayşe.
İşte bu anlattığım zorunlu ayrılık durumlarında; ya Alya bizim evde oğlumun oda arkadaşıdır ya da Cem Alya’larda, Alya’nın yalnızlığını unutturmaya çabalayan komik ve cesur yürek Aslanıdır. Bu ikilinin halleri, inanın bana seyretmeye doyamayacağınız bir maceradır.
İşte ben, Ayşe’nin son kitabını, okuduğunuz ve fotoğraflarını gördüğünüz o hayatı 5 yıldır bizzat yaşayarak paylaşan biri olarak elime aldım.
Ayşe ısrarla bana bir tane vermek istese de, Türkiye’den gelen birilerine ısmarlayarak aldım. LÖSEV’e gidecek tek kuruş eksik kalmasın istedim.
Ayşe’nin hayatının en anlamlı kesitini, bir sürü çocuğun hayatını kurtarmak için bu kadar güzel bir araya getirip paylaşma fikrine saygıda kusurum olsun istemedim.
Kitabı elime binbir türlü duyguyla alıp bir solukta okudum. Yaşananları kağıt üzerinde gördüm bir de. Yazdıklarının bazılarına bizzat tanık olmuş olmama rağmen bir kere daha güldüm, bazılarında da yine ağladım. Unuttuklarımı hatırladım, bilmediklerimi de öğrendim. “Elimde gelinim ve dünürlerime ait mis gibi belge var!” dedim, gülerek kendi kendime. Hani soran olsa “Gelin Hanım kimlerdenmiş?” diye, şak koy kitabı önlerine!
Bir de kitabı okurken anladım ki, insan ancak Ayşe kadar samimi bir yazarsa, siz o hayatı ezbere bilseniz de, bin kere daha okursunuz ilk defa öğrenirmişcesine.
Yonca
“kayınvalide :)”
Ekstra detay
Ayşe’nin kitabının kimseciklerin henüz bilmediği ve şimdi şuracıkta öğreneceği bir anlamı daha var benim için.
Kitabın görsel tasarımını yapan İdil Gürkan da, tıpkı Ayşe gibi, aşık olduğu adamın peşinden Dubai’ye gelip sessiz bir mucize gibi hayatımıza girmişti!
İdil çok güçlü, hayattan yılmayan, sabırlı, çalışkan ve inanılmaz yaratıcı.
Yaşadığı hiçbir zorluktan tek gün bile şikayet etmeyen bir savaşçı. Her daim pozitif. Hepimize şans getirdi. En çok da aşık olduğu adama!
Hiçbirimizin aklına gelmeyecek şeyleri ıdil görür ve hayata hep yaratıcılık tarafından bakar. Mutlaka renkli bir aksesuvar taşır üzerinde, ona çok yakıştırdığım sallantılı küpeleriyle cıvıl cıvıldır her gördüğümde. ıçimi açar ıdil, içimi!
İşte bu İdil var ya, aslında benim kardeşim Fuat’ın peşinden Dubai’ye gelmişti. Evet. Ve biliyor musunuz yarın, yani 6 şubat 2010 Cumartesi, biz ailecek ıdil’i istemeye gidiyoruz!
Ayıptır söylemesi öyle kalabalığız ki, koca bir minibüse anca sığışıp şu dünyada kişisel olarak tanıdığım en ilginç, en alem, ilk ve tek arkeolog olan kardeşimle İdil’i nişanlayacağız. La la la laaa!
Bilemezsiniz nasıl bir heyecan ve duygusallık var üzerimde. Gözlerim doluyor.
Bir evlat yetiştimek büyük emek ve özveri. Annemin gözlerinden geçenleri bir anne olarak okudukça, ıdil’in annesini düşünüyorum sürekli.
Annelere mutluluğumuzu armağan etmek, edebilmek sanırım şu hayatta onlara verip vereceğimiz tek hediye. Ne güzel evlatlar yetiştirmişler. Helal olsun diyorum ikisine de şahitler önünde.
Laf aramızda bu benim için ne demek oluyor peki, hiç düşündünüz mü?
Hohoyt! Bir sıfat daha ediniyorum bu hayatta kendime...
Yonca
“görümce :)”
Paylaş