Paylaş
Bitirdiğim en zor yarıştı.
Yarış sonrası uzunca süre bitirdiğime bile sevinemedim. İlk defa gülecek halim, isteğim yoktu. 3-5saniye soytarayım dedim, yok, olmadı. Suni oldu. Kendimi sürekli saçma sapan şekilde beceriksiz, başarısız, antrenmanları eksik yapıp yeterince azimli olmayan, kendini buna rağmen bi şey sanan bir insan olarak yedim bitirdim.
Utandım (kimden bilmiyorum) filan.
İznik Ultra 80km bitirdim böyle şeyler gelmedi aklıma.
Kapaokya Ultra trail 110km yarışına gittim, 87km’de bıraktım, bu kadar zorlandığımı hissetmedim. Bıraktım diye de eziklenmedim, bunu bitirdim ama eziklendim.
O ilk İznik Ultra 80km denememde 75.km’de diskalifiye olduğumda da bunları düşünmemiştim. Orada bi hadsiz hırs vardı üstümde.
Sapanca Ultra 50km hayatımı sorgulattı bana.
Yolda bi ara sporu komple bırakmayı filan düşündüm. Demek ki benim içimde yokmuş dedim. Buraya kadarmış, artık yaşlandım dedim. Yaşlandım ben diye sayıkladım ilk defa.
Belki de şak şak ve “like” delisi oldum, tribünlere koşuyorum kendimi kandırıyorum dedim.
Kendimden soğudum.
Bundan sonra tek yaptığım sportif hareket Yalıkavak’da sitenin iskelesinden dubaya gidip yatmak, dubadan iskeleye gelip yine yatmak olsun filan diye kendime yeni kararlar verdirmeye çalıştım.
Bundan sonra ben sadece spor yapanları yazayım dedim.
Koçum Göksen Çınar’ı da rezil ediyorum diye utançtan geberdim. Bana son yazdığı antrenmanları resmen kafam başka şeye atık, canım sıkkın diye yapmadım al işte bedelini ödüyorum dedim. Neden mesela tanıdığım bu kocaman spor ailesindeki diğerleri gibi bi türlü hedefine ulaşmak için azıcık hırslı olmuyorum dedim. İki çiçek bi böcek görünce hemen çalışmayı geyiğe vuruyorum dedim. Şu yaşıma geldim, hala daha aklım havada oh olsun bana dedim.
Koşan yazar da olmayayım, bitti o hikaye dedim. Zaten nerden çıktı bu sıfat dedim. Ben kurumsaldan kaçtım şimdi kendi sıfatımın kölesi mi oldum dedim.
Ben sadece sporcuyu gözlem yazıları yazayım dedim. Yarışları izlemeye gideyim, gönüllü olayım; ama hayatımda bir daha asla spor yapmayayım filan diye düşünceler içinde saatler geçirdim. Evet saatler.
50km için verilen limit 10 saatti. Ben 8saat 1 dakikada bitirdim ve yukarıdaki düşünceleri ve nicelerini en az yaklaşık 6,5 saat boyunca sürekli düşündüm, söyledim, sayıkladım, hissettim.
50km’nin en az 40km’si boyunca hayatımın en karamsar, en kendinden ümit kesmiş, en moralsiz, en gıcık, en çözümsüz, en özgüvensiz, en ezik Yoncasıyla beraberdim.
Bi ara bana kendimi sanki devler ülkesindeki cüceymişim gibi hissettiren çok acayip bir doğa içindeydim. Sağım solum devasa asma yapraklarına benzeyen bir bitki örtüsüyle kaplıydı. Kabalakmış o bitkilerin adı. Nasıl masalsı bi yer...
Resmen devasa ama devasa asma yaprakları.
O kötü Yonca’yı alıp o asma yapraklarının içine sarıp kötü bi canavara yem yapmak istedim. Yok olayım bitsin bu utanç.
Hayatımda çok zor bir dolu şeye kalkıştım, ama bu yarışı, bu 50km’yi harbi bu kadar zor beklemiyordum.
Belki de buydu sorun işte!
Bazen bir şeyi fazla ciddiye almak hataysa, bazen de hafife almak hata oluyor.
Bildiğim şu hayatımda koştuğum en zor -koşamadığım demeli aslında genelde hep yürüdüm- 50km idi.
Bu yarışın hayat dersini de ben finişi geçip şokumu dile getirmeye, kendimi yüzbinlerce hayat sorgulaması yaparken anlatmaya çalışırken yanıma gelen canım büyüğüm ultra maratoncu Mustafa Kızıltaş Abim verdi.
Bu yarış ortamlarında kendimi en şanslı hissettiğim şey işte o an.
Büyüklerimin cümlelerini, yorumlarını, tecrübelerini; hayata ve zorluklarına bakış açılarını duymak, görmek, dinlemek, bi kenara yazmak.
O an artık yarış değil olay. Olay hayatın ta kendisi.
Mustafa Abim dedi ki;
“Yoncacım, yarış boyu seni düşündüm. İnan çok zordu. Çok sıcaktı. Çok zor bir şeyi başardın en önce bunu yaz kenara. İkincisi, kağıt üzerinde yazana bakarak plan yapmak her zaman iyi bir fikir değildir. Orada yazılanlarla bakacaksın evet. Fakat esas planı yolda, o koşulların içindeyken anında güncelleyerek yapacaksın. Önemli olan, yolda giderken karşına çıkan koşullara göre hızla yeni strateji üretmek, önüne bakabilmek, yeni planlara açık olmak. Bu yarışta belki en zorlayan şey planların yolda şaşması olmuş olabilir. Biz her daim planımızı yolda yapmalıyız. Değişikliklere hazır olmalıyız.”
Bak yine gözlerim doluyor işte.
Tam da bu!
Hayatta binlerce planın, beklentin hep var. Sürekli bi şeyler kuruyorsun. Sonra yola çıkıyorsun ve o da ne? Senin sandığın gibi gitmeyen ilk noktada dumur. Sonrası hep acılı, sancılı, sürüngen bir hal.
Ben de yarışa gelmeden önce yarışın eğim tablosunu inceledim, çalıştım.
Koştuğum diğer yarışların eğimlerini, ve o durumlarda verdiğim tepkileri, güçlü yönlerimi ve eksiklerimi düşünerek kendimce planlar yaptım.
30km sürekli çıkış, son 20km iniş.
E madem 30km çıkıyorum -ki ben çıkmayı seviyorum, kuvvetliyim bi şekilde çıkarken-, 20’yi de güle oynaya inerim, dedim.
Neden 7km veya 30km yi seçmedim?
E bari gitmişken canım Sapanca’yı komple adımlamış olarak döneyim istedim. Hem zaten ben artık ultralarda kendimce az da olsa tecrübeliyim, bunu da tecrübe ederim dedim.
Ama ben bunları o tabloya bakıp planlarken ne hava koşullarını, ne zemini, ne de kafamın sapıtacağını düşünmedim.
Kafamda sürekli amazon gibi bir ormanın içinde, gölgede olacağım fikri vardı. Evet, mevsimlerden yazdı. Evet hava sıcaktı ve ben çöl tipi yaşadığım için sıcağı yönetmeyi de zaten iyi biliyordum. Güneş, sıcak bana herkese dokunduğu kadar dokunmazdı.
Ve fakat ama, bunca yarış koşan ben şunu da biliyor olmama rağmen zerre düşünmedim; sen ne kadar emin olursan ol, kimi zaman rota değişir, hava çıldırabilir, kafan yarıda kalabilir, ne bileyim illa bir şeyler planladığın gibi gitmeyebilir.
Yok kardeşim bi de şunu itiraf etmem gerek ve buna sakın gülmeyin ama; yarışı düzenleyen arkadaşlarım Ali Cem Aktaş, Halil Aktan ve Oğuzhan Özaltın o kadar komik, o kadar eğlenceli tipler ki, yemin ederim düzenledikleri yarış da kesin eğlenceli, lay lay lom olur sanarak kendi kendime bi anlamsız fikir vermişim.
Yani ne alakası var Yonca!
50km’lik geyik mi olur Allah aşkına?
Maksimum irtifa 1340mt. Maksimum eğim %43.5- 40.5 arası... Yani hey maşallah!
Bakın şu parkura bu linkten:
http://www.sapancaultra.org/parkur_sapanca.jpg
Benimki neyin kafasıysa J
Gayet ciddi bi parkurdu ve puanlı olması gereken bir yarıştı.
Olayın üzerinden zaman geçinde yazmak inanın çok daha doğru. Şu an daha doğru düzgün değerlendiriyorum yaşadıklarımı.
Sosyal medya hesaplarımdan da canlı paylaşıyorum koşarken ilgilenene;
instagram: @4yaprakliyonca
Facebook: @4yaprakliyoncatokbas
Fotoğraflar için Aykut Üstündağ, Barış Gider ve Sevda Kündü’ye çok teşekkürler!
Yarışı serinkanlı değerlendirdiğimde tespitlerim, düşüncelerim
- İlk defa sadece koşu antrenmanı yapmak yerine triatlon hazırlık antrenmanları yapıyor olmam. Yani yüzme, bisiklet, koşu, kuvvet ve yoga karışımı yapıyorum. Koçum Göksen Çınar’ın kolay olmayan bi öğrencisiyim. Kafam asi benim. Bi anda fikrim değişiyor, gönlümde disiplin değil keyif ağırlık basıyor. Bunlara rağmen yaptıklarımızla, resmen dayanıklılığım ve toparlanma hızım artmış.
- Yarış sonrası ömrü hayatımda bir ilk olarak laf dinledim ve dizlerime kadar buzzz gibi suda küvette yarım saat oturdum.
- İlk defa bir yarıştan sonra mutluluk sarhoşluğu veya hüsran yüzünden alkol almadım. İlla bi kutlama filan diyerek ya bira ya rakı bi kadeh bi şey içerdim. Yok, bu sefer midem de bi şey almadı, canım da istemedi. Çok da iyi oldu.
- Yarışın hemen ertesi günü, Enka’da Yüz Bin Koş ailesi arkadaşlarım ve koçumla kolumu kaldıracak halim olmamasına, her yerim sızım sızım sızlıyor olmasına rağmen buluşup 1 saat yüzdüm. Har har yüzemedim ama yüzdüm. Müthiş iyi geldi hem su, hem yüzmek.
- Son olarak da arkadaşım ve eski koçum Halil Emre müthiş bir masaj yaptı kopacak sandığım sol baldırıma. Bütün biriken laktik asit uçtu gitti. Elleri dert görmesin ona da büyük dua ettim.
Değiştiremeyeceğin şeyi kabul et ve kendin için iyi olan planı yap. Değiştiremediğin şey için plan yapmak diye bir şey yok. O sabit. Sen kendine bakacaksın o durumda artık. İşte ben bunu yapaydım eminim bugün bu yarış için bu kadar zor demeyebilirdim.
Tavsiye
7km parkuru – Daha önce kendini yokuş yukarı denememiş birileri için çok iyi. Ayrıca ilk 4km düz ve çok rahat. Hafta sonu Sapanca keyfi üzerine tatlı bir yarış ve azcık zorlanma için bence nefis bir parkur. Yalnız 7km deyip de yanına şehir içinde koşar gibi su almadan çıkmak yine de olmaz. Son km’lerdeki yokuş her şekilde insanı yorar. Açık havada, doğada koşmaya, kendini azcık daha aşmaya saranlar için nefis bir parkur. Ağır mağır demeyin. Elinize belinize su almayı, 2-3 tuzlu fıstık almayı öğrenin.
30km parkuru – bence ideal bir uzun. Maraton antrenmanı yapıyorsundur, kendini doğada, eğimde, yokuş yukarı bir çıkışta az daha zorlamak, aşmak ve o uzunu tek başına yapmak istemiyorsundur. Kafanda binlerce soru vardır bi kafamı dinleyeyim, hem de sıkı spor yapmış olayım demek istiyorsundur. Kesin bu 30km’yi yap. Finişin olduğu yeri gördüğüne, o ağacın altında yere uzanıp bulutlara baktığına, sohbetin öylesine acayip değer.
50km parkuru – Ultra koşmak isteyen için, sınırlarını zorlamak isteyen için, hem “trail” hem yine de zemin açısından bir parça da içinde asfalt ve yangın yolu olan bir parkurda ilerlemek için ideal. Çıkışla sınanmak için de, inişle zorlanmak için de ideal. Ama hayatının ilk 50km’si olacaksa buranın ilk önce 30km sini yapar da gelirdim 50’ye. Kademeli gitmek lazım diye düşünüyorum. Sabırlı olmak lazım. Tam kıvamında zor bir 50km aslında. Bi daha giderim. Kafam çok daha hazır.
Organizasyona dair
Ben bu yarışı düzenleyen çok sevdiğim arkadaşlarım Unlimited Academy’e sponsor olan NG Hotels Sapanca’nın davetlisi olarak gidebildim.
İşin gerçeği bu yani; sponsorum yok.
Basın davetlisi olarak gitme şansım olduğunda da benden mutlusu yok.
Yarışı yarışarak yaşayıp hakkını vererek yazabiliyorum.
Ultra maraton organizasyonları hiç kolay değil. Doğada yapılan, uzun mesafe, rota çıkartılması gereken, dağların ovaların içinden geçip şehirlerin, beldelerin sınırlarında Jandarma’dan tutun Polis’e, Belediyelere, sağlık görevlilerine kadar çok yönlü zorluğu olan bir organizasyon.
NG Hotels Sapanca yönetimi ile yarıştan bir önceki gün yediğimiz öğle yemeğinde kendilerine de söyledim; bu yarışlara sponsor olan şirketler, kurumlar benim için çok özel. Her birine hem düzenleyenler hem tüm katılan sporcular ve aileleri adına teşekkür ederim. NG Hotels Sapanca çok iyi bir sponsordu izlemlediğim kadarıyla.
Bu sayede bizler ülkemizin şahane doğasına kavuşup tanışıyoruz. Ailelerimiz, çocuklarımız bizi karşılamak için beklerken o ortam içerisinde spor, mutluluk, saygı, azim, hedef, amaç olan bir hava kokluyorlar.
Müthiş sağlam arkadaşlıklar, yaşanmışlıklar tecrübeler ediniyoruz.
Ve evet NG Hotels Sapanca son derece ileri görüşlü davranıp o bölgede yapılan tek doğa koşusuna, ultra maratona sponsor olmuş.
Otelin bahçesinde resmen masalsı bir doğa içinde kayıtlarımızı yaptık. Dünyaca tanınan müthiş Ultracı arkadaşlarımız sunumlar yaptılar, sorular sorduk, yeni bilgiler kazandık.
Bunun haricinde Unlimited Academy’nin organizasyonunu gerçekten kutlarım.
Hiçbir eksiğimiz olmadı.
Can güvenliğimiz tamdı.
40km civarı kendimden iyice ümidi kestiğim bir anda, görevlileri aradım. Sorularıma net kesin güven veren cevapları almak, inanın ömre bedeldi.
Onu bırakın, bir kadın olarak yaşadığım ve içimde korku izi bırakmış birkaç tecrübem olduğundan tam kendimi tedirgin hissedebilecekken gördüğüm jandarmaların düzenli takibi, ne yalan söyleyeyim benim için çok başka önemliydi. Teşekkür ederim.
Katılımcılara dair gözlemler
Bu raporun bu kısmı benim için yazması üzücü bir kısım.
Ultra maraton, maraton mesafesinden uzun olan bir yarış. Mesafeden ve tanımlı ruhundan dolayı da doğada yapılıyor.
Bunlardan ötürü de çok ciddi dikkat edilmesi gereken yazılı olmasına gerek olmasa da yazılan kuralları var.
Mesela çevre duyarlılığı gibi. Çevreye zarar vermeden, kirletmeden yarışmak, katılmak esas erdem ve başarı. Eğer doğayı sevmiyorsan doğada işin ne?
Arkanı toplamak hiçbir organizasyonun görevi değil. Senin kendi sorumluluğun. İnsanlık borcun. Doğaya borcun.
Jellerimin kalıntılarını ceplerime koyuyorum. Yanımda mutlaka bir minik buzdolabı poşeti var. Ona olası çöplerimi koyup finişte çöpe atıyorum. Eğer elime su şişesi aldımsa, yol boyu bir sonraki kontrol noktasına kadar taşıyorum.
Asla ama asla doğaya çöpümü atmıyorum!
Bakın bu organizasyonlara katılmak için belli bir maddi imkan gerektiği gerçek. Yol parası, konaklama, yarış katılım ücreti ki nedense bu ücret hep en az olan, oysa yapılan organizasyonun gideri tonla.
Katılımcıların profiline şöyle bir baktığımda gördüğüm az çok herkesin en azından buraya gelecek kadar imkanı ayırabilmiş olması. Herkesin okuma yazması var. Herkes bir okula gitmiş. Herkes bir ailenin evladı, mensubu. Herkesin bir işi gücü var.
Yaşadığı bir evi var. E kardeşim nasıl oluyor da bu “okumuş” spor yapan ve doğaya koşan insanlar hala daha plastik şişeyi doğanın olmadık yerine atabiliyor? Nasıl oluyor da jellerini açıp doğaya atıp koşmaya devam edebiliyor?
Peki nasıl oluyor da mesela organizasyonun zorunlu dediği malzemeyi boşver ya kafasıyla umursamadan yola çıkıp onları atlattığını düşünürken aslında en büyük riski alıp kendini tehlikeye attığı yetmezmiş gibi, bir de organizasyonu zor duruma düşürebiliyor anlamıyorum.
Veya, bu sıcakta aman sürekli su için uyarısı bas bas yapılan ülkede, üstelik doğada olacak bir arazi koşusuna gelirken yanına nasıl olsa 7km diye su almadan çıkabiliyor?
Taşıyamam ağır diyor. Yapmayın arkadaşlar...
Arkadaşlar eğri oturalım doğru konuşalım. Hepimiz reşit, aşılı, aklı başına ermiş insanlarız. Spor salonunda bile 1 saat içinde hiç olmadı 10 yudum su içeriz. İçmiyorsak da içelim. Su en ama en önemli ihtiyacımız değil mi? Yani aç yaşanıyor da susuz yaşanmıyor değil mi?
Yetmez organizasyonun herkesin sorumlu davranacağını doğal olarak sanıp bıraktığı suları hadsizce tüketmek nasıl bir sorumsuzluk. Ne çok insan o noktaya geldiğinde önden giden bütün suları bitirmiş arkadan geleni düşünmemişti.
Birçok kişinin yanına tek matara bile almadan çıktığını gördüm. Hatta birkaç kişiye suyumdan verdim, yalpalıyor ve hala yok idare ederim diyordu. Olur mu dostum?
Bu işin doğasında yardımlaşma var, destek var; ama sorumsuzluk yaparak herkesi sıkıntıya sokmak yok işte.
Ben çok açık ve net, zorunlu malzemesini almayanların, çevreyi kirletenlerin yarışlarda diskalifiye edilmesini veya bu kişilerin bir sonraki organizasyonda uyarı ile gözlemlenmesini ister oldum.
Belki bu şekilde öğreniriz.
İnsanların şehirdeki duyarsızlıklardan kaçmak için geldikleri doğada, hele de spor ruhu varsa içlerinde, nasıl bu duyarsızlıklarını doğaya taşıdıklarına aklım ermiyor feci tepki duyuyorum.
Korkarım bundan sonra parkuru kirleteni görünce isim soyad, göğüs no aynen bildiricem. Kafaya feci taktım bunu.
Bizleri çok tatminsiz, şımarık sürekli beklenti içinde olup sorumluluklarını almayan koca bebeler olarak görmek istemiyorum.
Sürekli beklentimiz var, ama bizden beklenen sorumlulukları yerine getirmemek için de hadsiz bir şımarıklığımız var.
Şikayet etmesi kolay da sorumluluğu alması zor değil mi.
Olmaz öyle dostum.
Sen yapma.
Malzeme
- Sırt çantam Raidlight marka. Gerçekten daha kullanışlı bir ultra çantası olduğunu sanmıyorum. Minnacık çantanın içine girmeyen, sığmayan yok.
Sırt çantamın içinde 1,5ltlik su haznesi var. Yarışa başlarken tam kapasite doldurmuştum. Sağ ön cepte de, 350ml’lik başka bir su haznesi almıştım, içine elektrolit kaybımı bedene yeniden hızla kazandıran bir toz atmıştım. Yol boyu su istasyonlarında üzerine su ekleyerek o elektrolitli suyu içmeyi ihmal etmedim. Sırttaki 1,5lt suyumu da mutlaka her su istasyonunda tam kapasite dolu tuttum. Hava koşulları aşırı sıcak olduğunda gerekirse fazla olsun, taşıyayım, ama susuz kalmayayım. Sudan daha önemli bir şey olduğunu sanmıyorum. Nitekim finişe girdiğimde sırtımda 1litreye yakın suyum vardı. Artan suyumu dökeceksem mutlaka bir bitki dibine döküyorum. Yol koşusu, arazi fark etmez, su kaldıysa ve benden başka kimseye kullanılamayacaksa mutlaka bitki dibine, toprağa iade ediyorum.
- Start öncesi tuvalete çıkmıştım. Bağırsaksal sıkıntım olmadı. Ancak parkurda 2 kere çiş molası verdim. Ve buna çok sevindim. Çünkü dehidratasyon yok dedim, böbrekler sağlam çalışıyor, devir daim halindeyim diye mutlu oldum. Yaşayan bilir arkadaşlar... Bu konu önemli.
- Bu yarışa gelirken 2 adet GU jel almıştım. Jel hiç kullanmıyorum. Midemi berbat ediyor. Bak yazarken bile öğürtü yapıyor. Ancak yine aşırı sıcakta midem bir şey kabul etmezse en azından tuz şeker ve ihtiyaç olan karbonhidratı en hızlı şekilde onlardan alırım diye yanıma aldım. İyi ki almışım. 50km’yi 8 saatte bitirdim. Her 2 jeli 4’e bölerek yarışın ilk 6,5 saatinde tükettim.
- Yanımda ayrıca bir avuç kadar; tuzlu fıstık, 1 hurma, fındık, badem, kuru dut vardı. Yarısını anca yedim. Kalanı midem almadı.
- Kontrol noktalarında masalarda taze meyve vardı. En şahane şeydi gerçekten. Birinci de 1 elma diğerinde 1 şeftali aldım. Yiye yiye gittim. Yazarken bile ağzım sulanıyor, o kadar enfesti. Çok iyi düşünülmüştü o kütür şeftali ömre bedeldi. Yine kontrol noktasında verilen kayısı suyunun içine biraz su ekleyerek içtim. İşlenmiş meyve suyu şekerlerini sevmiyorum. Ancak o koşullarda bunu düşünmek saçmalık. Ayrıca masada bolca tuzlu fıstık vardı, onlardan da 4-5 adet ağzıma attım. Tuzlu fıstık en ama en şahane takviye.
- Yolda iki çeşme gördüm. Birinde su içtim. Diğerinde resmen kafamı altına sokup beynimi soğuttum. Kollarıma su çarptım. Durdum düşündüm. Mola verdim. Buz gibi su akıyordu. Allah razı olsun yaptırandan ve doğadan.
- Yolda karşılaştığım yöreden bir kadın dağ çileği toplamıştı bana da ikram etti, yarım avuç onu yedim.
- Baton kullanmadım. Belki iyi olabilirdi. Zeminden değil, sıcakta dayanacak bir destek olması açısından. Bu işte yeniyseniz kesin çok işe yarar. Alın.
- Ayağımda Luna Gordo Ledville sandaletlerimle koştum. Açıkçası yarışın son 8km’sinin asfalt ve beton olacağını bilsem ayakkabı tercih edebilirdim diye düşündüm. Beton ve asfalt doğal zemin değil. Doğada, taş olsun, krater olsun, çamur, toprak, diken, kum, batak, tuz gölü, çalı çırpı, çarşak, kar, buz zerre sorun değil Luna sandaletlerimle müthiş rahatım. Ama şu insan yapımı beton ve asfalt harbi feci bi zemin türü. Adı üstünde doğal değil işte, insan yapımı. Bir ultranın o son 8kmsinde, içimden bu 8km için ayakkabı olsa iyi olurdu dediğim oldu. Yine de ayağımda tek bir su toplaması veya çizik veya ne bileyim işte 50km arazide koşmuş denecek iz yoktu. Ayaklarım toz topraktan kirlendi o başka evet. Yıkadın mı misler yine J
- Sırt çantasıyla koşmamız gereken her yarışta sırtı tam olan bir koşu tişörtü seçiyorum. Sürtünmeden dolayı sırtın feci olur yoksa. Yarım kollu tişörtüm ve şortum pek rahattı. Kafamda vizör dediğimiz tepesi açık şapkamsı vardı. Neden şapka değil derseniz, kafamdan alev çıkıyor ve şapka kapatsın istemiyorum. Kafamdan nefes almak istiyorum. Ama gölgeye de ihtiyaç oluyor. Ondan kardeşim Fuat’ın karısı İdil’in 80’lerin tenis hocası Tarık modeli dediği o vizörler candır diyorum ve bu tanıma çok gülüyorum. (İlahi İdil, bütün yarış aklımdaydın)
- Gözümde canım kırmızı bisiklet gözlüklerim.
- Yol boyu kendi spotify listelerimi dinledim. Bu sefer kafamda değil kulağımda çaldırdım yoksa çıldıracaktım ondan.
- Bastır Yonca
- Ölene kadar Likyalıyım
- 1 saat Bas bas bas
- Let Go
adlı Spotify listelerim pek iyi geldi. Döndür dolaş çaldım her birini. Takip etsenize he he, kendimin reklamını da araya sıkıştırdım ya helal bana.
Sapanca Ultra’dan kalbime kalan
Dağlarda ovalarda çadırlarda, hep en zor koşullarda Runfire Cappadocia ve Likya Yolu Ultra Maratonu gibi yarışlarda beraber zaman geçirdiğim, bi çadırı ve yüzbinlerce duyguyu güvenle paylaştığım; her daim hayata gülümseyerek bakabilen, doğaya aşık arkadaşlarım Ali Cem Aktaş, Oğuzhan Özaltın, Halil Aktan...
Karşılamadan, yarış sırasına, parkurda çabalarına, sabırlarına, gülen gözlerine, esprilerine, zor anda anlayışlarına, Mevlana yüreklerine sağlık.
Sizin organizasyonunuzda koşmak benim için çok değerli.
Sapanca’da annemle babamın bir fotoğrafı vardır. Annemin sanırım 30. Yıl bi şeysi için İş Bankası karı-koca olarak tüm 30 yılını dolduranları götürmüştü, bi çeşit ödül vesaire idi.
Göl kenarında tahta bir iskele üzerinde dururlar.
İkisinin de üzerinde eşofmanları vardır. Sportif bi poz.
Yan yana, omuz omuza. Babam da muzip bi gülümseme, annem de mahcup bi hal. Babam anneme sarılır, annem bi çekingen hal. Klasik bizimkiler işte...
Sapanca deyince aklımda hep o fotoğraf ve bir de en az 22 yılı olan Boğaziçi’ndeyken gittiğim okul gezisinden hatıralar.
Başka ne tek kare anım var, ne de oralara dair bildiğim bi şey.
Ben annemle babamın o fotoğraf karesini gözümün önünde tuttum tam 50km, 8 saat 1 dakika boyunca.
Boşver be Yonca dedim. Olduğu kadar olsun. Aşk olsun dedim.
Aşk!
Ağaçlara anlattım derdimi. O kocaman kabalak denen bitki örtüsüne dokundum. Kendi yaralarımı o koca asma yaprağına benzettiğim bitkilere sardım...
Tırmandıkça tırmanıp, bi türlü iniş başlamadıkça kendime;
“Yonca sen çıkmayı seviyordun ve kolay buluyordun. İnmek hep daha zor, tıpkı zirveyi sevip düşüşü zor kabullenmek gibi diyordun, ne oldu? Al işte bak demek sürekli çıkmak da inememek kadar tüketiciymiş. İnsan sürekli çıkıp iniş zamanı gelince artık ne iniş, ne varılan zirve hiçbir şey ifade etmeyen, ne inesinin ne o zirvede kalasının kalmadığı, kafasının allak bullak olduğu başka türlü zor bir evreymiş.
Hayat bazen, milimetrik sapma olunca afallayıp kendine yeni planlar yapıp merhametle iyi davranacağına, kendine hemen haksızlık yapmayı reva gördüğün, eziklendiğin, başarısızlıkla kendini dövdüğün, hala daha kendini başkalarıyla kıyaslayıp elalemi düşündüğün zaman seni ne kadar kolay yiyen kötü bir şakacıymış.
Demek neymiş Yonca;
Kağıt üstünde yaptığın planlar senin dışında gelişen koşullardan dolayı tutmazsa, tutup hemen en önce kendini vurma.
Tut kendinin elinden, al başını koy kendi omzuna.
Yeni planlara, yeni çözümlere, o an sana en iyi gelecek, en iyi bildiğin şeylere odaklan. Mesela ne kadar umutlu, ne kadar çözümseven, ne kadar yaratıcı çözümler bulabildiğini, ne kadar küçük şeylerden keyif alabilen, minnacık şeylere gülümseyebilen bi insansın hatırla.
Ayol onu bunu bırak, sen şu Dünya’da en basit şeye şükretmeyi bilen insanın, en önce bunu hatırla ve sor bakalım Yonca’ya, o en zor anda en çok neye şükredesi var, en çok neyi takdir ediyor şu atmakta zorlandığı adımlarda.
Mesela o dev asma yaprakları, Yonca’yı sarsam dolma olur deyip güldüğüm o an için çok şükür!
Mesela o sulu şeftali! Of o nasıl lezzetli nasıl sulu bir şeftaliydi... tadı damağımda çok şükür!
Mesela o dağ çilekleri sunan kadın ve kızının güzelliği... ne güzel insanlarımız var çok şükür!
Mesela sürekli yanıma gelip selam çakan ve işlerine dönen arılar... sağlıklarına, çabalarına, emeklerine bin şükür!
Mesela 110km Ultratrail Kapadokya 65km civarı karşılaştığım gece karanlığında yol arkadaşlığına minnet duyduğum Mamba’yla karşılaştım 22.km civarı ve onun yol boyu önden giden katılımcıların attığı plastik su şişelerini toplayıp finişe götürüşüne tanıklık ettim! Evet böyle duyarlı insanlar var duyarsızların hatasını yok eden çok şükür!
Mesela kuzen Damla, kendi sakatlığı sonrası ilk en zor 7km’sini bitirip finişte beni araba park edercesine gel gelleyerek karşıladı, çok şükür.
Mesela bütün arkadaşlarım, ailem... yarış öncesi, sırası, sonrası hep destek tam destektiler yine... çok şükür.
Mesela yere düşmüş bi tane Gürgen yaprağı aldım Mamba sayesinde öğrenip tanıyınca ağacı... çocuklarıma hatıra... hayatımdaki ilk gürgen yaprağı hatıramın anısına çok şükür!
Tüm gönüllülerin gülümsemesine, herkesin sağlıkla finişi görüp birbirine destek olmasına, sarılmasına, anlayışına bin şükür...
Zorlukları aşıp o finişe sağlıkla geldim, çok şükür
Hayatımın sonuna kadar doğaya ve spora saygıya, yaşadığımı yazmaya bu memleketteki tüm spora gönül verenlerin bi şekilde elimden geldiğince destekçisi olmaya, (yapabiliyorsam ne ala) birilerine yaşadıklarımı olduğu gibi yazarak aktarıp ilham olmaya devam etmeyi hala çok istiyorum... Yani bi daha asla spor yapmama kararım ciddi değilmiş...
E buna da çok şükür...
Ve yine uzun yazdım, kimbilir neleri yazmayı atladım asla yetmiyor satırlar sayfalar bu tecrübeleri yazmaya ve yine birileriniz bu satıra kadar sabırla yine okudunuz...
Anlayışınıza, sabrınıza, benimle bir yaşadıklarıma tanıklık edip paylaşmanıza bin teşekkür ve milyarlarca şükür...
Bakalım daha neler var yaşanacak...
Yaşayalım görelim sağlıkla.
Yonca
“nehir”
Sonuçlar
7km
Kadınlar
Sevda Altunal Yıldız 00:42:55
Şebnem Nacar 00:44:11
Ayşegül Kenaroğlu 00:46:59
Erkekler
Ali Turan 00:32:59
Sebahattin Çinkılıç 00:34:46
Kerem Çalkılıç 00:38:48
30km
Kadınlar
Neval Gördük 03:07:54
Işıl Tekcan 03:41:19
Friuzan Ünal 03:46:10
Erkekler
Mehmet Aydıngör 02:20:43
Kudret Arabacı 02:29:37
Çağlar Kasım 02:30:54
50km
Kadınlar
Meryem Kılınç Gündoğdu 05:08:38
Seda Nur Çelik 05:43:22
Elena Polayakova 06:20:45
Erkekler
Murat Kaya 04:04:16
Engin Kan 04:54:19
Samet Konu 05:00:05
Paylaş