Paylaş
O kadar ki,
Size aslında “Çok özür dilerim, bugün yazamadım; çünkü çok duygusalım!” diyecektim.
Sonra,
Takside eve dönerken birşey oldu.
“Neden öyle diyorsun ki Yonca? Yazsana neden çok duygusaldın, neden yazamayacak gibi hissettin?” yazsana oldu içim...
Gece saat çok geç yine.
Yine uykusuzum.
Yine!
Hiiiç arkama dönüp bakmayacağım, imlaymış oymuş buymuş hesaba yine katmayacağım.
Her zamanki gibi, yine, pişmanlık duymayacağım bir yazı daha yazacağım.
Günahı neyse boynuma!
Duygusal patlamadır adı da.
Yakışır.
Alt tarafı bir arkadaşımla bir akşam üstü buluştuk kafa dağıtmak adına.
Çünkü dün, yani 27 Nisan 2009 Pazartesi sabahı, köpeğimiz Ginger’ı bıraktım kısırlaştırmak için bir klinikte yalnız başına...
Ve bu... çok ama çok koydu bana.
O kadar çok ağladım, o kadar çok vahşi hissettim ki kendimi o anda... Sanki hayatı dondurmak istedim.
İnsanoğlu denen yaratığı sarsıp kendine getirmek, elimizdeki bu zulüm yapma ve bunu kılıfına uydurma becerimizi yerle bir etmek istedim.
Kendimi vahşi hissettim ben...
İnsanlar, biz vahşiyiz. Bu kadar. Hele bunu bilelim.
Köpeğimizin ömrünü uzatmak ve benzeri iyi nedenlerden dolayı kısırlaştırılması iyiliğinin kabul edilebilir bir neden olması yüzünden ameliyata alınmasının, bana çok acı gelmiş olması gerçeğini göz ardı etmeye çalıştığım dünün, bana çok ağır gelmiş olduğunu sizlerle paylaşmak, sizleri de kendime suç ortağı etmek istedim. (ne zor bir cümle değil mi? Duygusu da zor çünkü... anlayana...)
Bir köpeğin kısırlaştırılması fikri beni bu hale getirdi, bunu bilin istedim.
Kendimi bu konuda sorumlu hissetme, sorgulama hakkımı kullanıyorum...
Köpeğimiz Ginger artık kısır bir erkek.
Ona birşey olacak diye de çok korktum. Çocuklarımıza ne deriz diye düşündüm durdum.
Bilemedim.
“Özür dilerim...” derim dedim.
Ne saçma!
Neyseki şu anda durumu iyi. Yanımda. Ayak ucumda.
Ben yazıyorum. O da kuzu kuzu bana bakıyor.
İyi görünüyor.
Bense ona bakıp kendime kızıyorum.
Herşey bitti çünkü. Geri dönüş yok.
O artık kısır bir erkek köpek ve ben kendimi berbat hissediyorum. Oysa o bana mutlu mutlu bakıyor.
Hey hayat! Ne inanılmazsın...
....
Ve bu arada...
Çoook alakasız ama...
Son 1 haftadır, bir kasırga daha kopuyor içimde.
Bir arkadaşım 3. kızını eline sağlıkla aldı. Hem de yaşı 40!
Kendisi Lübnanlı.
Deli gibi çalışan işkolik bir kadın. Çok benzeriz birbirimize.
O da 24 saat çalışsa doymaz, ben de.
O da aslan burcu bir kadın, ben de.
O da kararsız, ben de.
O da çok yorgun bir savaşçı, ben de...
O üçüncü çocuğu yaptı...
Bense hiç durmadan gelgit yaşıyorum bu düşüncede...
Deli miyim sizce?
Bir deli ben miyim bu devirde?
Suçum mantıklı olmaya çalışmak mı sizce?
Bu devirde 3 çocuk aptallık mı dersiniz siz de?
İyi de...
Neden peki?
Neden ben 3 çocuk hayal edemiyorum mesela?
Neden herşey maddiyat bu hayatta?
Neden hep mantıklı ve estetik kaygılar yaşamaya mahkum edildik biz yeni nesil hiç buna kafa yoran var mı aranızda?
Ooof oofff!
Bazen çok bunalıyorum bu “moderen” dünyada!
Bir benim bana köstek! Ne fena...
Ama mesela ben, ikinci çocuktan sonra anca kendine gelmiş bu Yonca’ ya da çok alıştım.
Kilolarını vermiş,
Topuklu ayakkabı giyebilir hale gelmiş,
İki çocuğunu koluna takıp dünya turuna çıkacak kadar ruhu genişlemiş Yonca’ ya çok alıştım.
Eee... Aferin.
Ne harika bir mazeret!
Amaaan!
Ne olur beni bugün yargılamayın.
Azıcık,
Bulanmışım.
Şimdi size anlattım ya...
Elbet rahatlarım.
Yarına yine bambaşka tellerden çalarım.
Korkmayın.
J
Yonca
“duman”
Paylaş