Paylaş
Tek tek saklıyorum.
Sapıkça bir durum, biliyorum J.
Ama bence bu yaptığım çok önemli. Çünkü okur fikirleri, görüşleri sayesinde bizi daha iyi anlamaya ve neyi nasıl algıladığımızı çözmeye çalışıyorum.
Çok değişik insanlarız biz.
İnanılmaz şeyler öğreniyorum. Her okurun yorumundan en az 3 yazılık ders çıkarıyorum.
Öyle ilginç bir “tepki” mekanizması var ki bu ortamda, insan ister istemez çok etkileniyor.
Evet Türkiye konuşmuyor; ama yazıyor.
Hem de çatır çatır! (Pardon satır satır!J)
İçlerde biriktirilmiş kızgın suskunluk, kendini satırlara zor atıyor.
Aman tanrım, bazen bir okur yorumunun bir tek cümlesi koskoca bir ayımı alıyor, düşün düşün perişan oluyorum.
Okurun hassasiyetinden çok etkileniyorum.
Dikkatli okur insana çok şey katıyor.
Bazen de okurun o yazıdan nasıl olup da böylesi bir “acayip” yoruma vardığını ve nasıl böyle bir “tepki” verdiğini anlamakta gerçekten zorlanıyorum.
Bazı okur ne yazarsanız yazın siyasi algılıyor.
Mesela çocuklarımın devamlı öksürdüğünü ve artık öksürük şuruplarına inanmadığımı yazmıştım.
Bu yazımda çocuklarımı politikacı, şurubu da çözümsüzlük olarak algılayanlar oldu.
Şok oldum!
Bazı okur da, siz ne yazarsanız yazın, kendi okumak istediğini görmezse çok kızıyor.
İyi de...
Hiç sipariş üzerine yazı yazılır mı? Madem öyle dilek kutusu yapayım... Olmaz ki...
İnsan ancak kendi yaşadığını, düşündüğünü, hissettiğini yazabilir ki... İnsanın eli kalem tutmaz ki...
Neyseee...
Yorumlara baktıkça ortaya şöyle bir manzara çıkmaya başladı:
Ne zaman kötü ve üzüntülü bir olayla ilgili yazı yazsam inanılmaz çok yorum geliyor. Sanki hep beraber ağlıyoruz.
Tüylerim diken diken oluyor.
Nereye, kime, hangi birinize sarılsam oluyorum ekran karşısında.
Bulsam sizi, tek tek boynunuza atlayacağım gözlerimde yaşlarla!
Ama insan sanal bir ortamda “hissi” teşekkürü nasıl eder bilemiyorum.
Ne zaman kendimle ilgili trajedi yazsam, herkese çok komik geliyor.
Ben de sizin sayenizde başlıyorum ağlanacak halime kahkahalarla gülmeye. Oysa yaşarken bayağı zorlanmışım... Bana gülen yorumlarınızı okudukça, ben de unutuveriyorum sayenizde.
Ama ne zaman;
Hayat, pozitif düşünce, durum tespit, sakinlik, olağan gün tasvirleri yazsam, tık yoook.
Sakinliğe, huzura, hayata bağlanmaya dair bir ihtiyaç mı yok acaba?
Demek insanların gerçek paylaşımlarla; kendi deneyimlerinde yalnız olmadıklarını, herşeyin herkesin başına gelebileceğini ve bunun olağan olduğunu hissederek deşarj olmaya daha fazla ihtiyacı var diyorum.
Ha ne zaman politik ve dinsel görüş belirtsem küfür ve bela dolu yorum geliyor?!?!
Biz düşünerek tartışmayı, eğlenerek eleştirmeyi bilmiyoruz, fikir ayrılığına da asla tahammül edemiyoruz.
Herkes aynı düşünsün,
Aynı giyinsin,
Aynı olsun,
Aynı şeyden konuşsun,
Aynı diziyi seyretsin,
Aynı fakülteyi bitirsin istiyoruz.
Çocuklarımızın farklılıklarına anlayış gösterip “Evet, ikisi de bizden çıktı; ama bak ikisi de ayrı ayrı tipler!” diyemiyoruz.
Bireyleri “ayrı kişilikler” olarak kabul edemiyoruz.
Moralim bozuluyor.
Başlıyorum sinirlenmeye!
(Sakin ol Yonca, derin nefesss... Değiştir konuyu, bağla hemen başka konuya!)
Ben kendimi ve yazdıklarımı şöyle kategorilendiriyorum;
Komik Yonca, Sus Yonca, Sporcu Yonca, Hayalci Yonca, Filozof Yonca, Düşünen Yonca, Kızgın Yonca, Çok Şükür Yonca, Kaç Yonca, De Get be kızım Yonca, Karışma Yonca, Sana Ne Yonca, Olmaz Olmaz deme Yonca, Anne Yonca, Kadın Yonca, Erkek Yonca, Sadece Yon’ca, Sen Kimsin Yonca, Arsız Yonca, Çenesi düşük Yonca, Fikrisabit Yonca, Uçuk Yonca, Alem Yonca, Gıcık Yonca...
En fazla tepkiyi de işte benim cinnet geçirdiğim, anlamakta güçlük çektiğim konuları yazdığım “İmdat Yonca!” yazılarıma alıyorum.
Demek ki bizim durumumuz şu; kaçmak istiyoruuuz, imdaaat!
Hepimiz kafayı yemişiz; ama yememiş gibi yapıyoruz.
Sunilik içinde boğulmuşuz.
Körükörüne, ne varsa önümüze sunulan, düşünmeden uyguluyoruz.
Kölelik gibi...
Kendimize bile itiraf etmekten korktuğumuz acccayip duyguları bazen hepimiz besliyoruz; ama dile getirmiyoruz.
Paylaşmıyoruz.
Birisi dile getiriverince: “Oh be! Bak, bi manyak ben değilim” diyoruz.
Ben de çoğu zaman böyle hissediyorum.
Ne zaman biri çıkıp “Benim çocuğum da hiç uyumadı.” diyor, sevinçten göbek atasım geliyor.
“Yalnız değilsin bak Yoncaaa! Herkes zorlanmış!” diye sevindirik oluyorum.
Ne zavallı bir durum...
Oysa normal olan; paylaşmak, paylaşabilmek, utanmadan anlatmak değil mi?
Biz neden sürekli kandırıkçılık yapıp suni bir yaşam sürüyoruz?
Ben,
Ne varsa yaşadığım, olduğu gibi paylaşmaya çok ihtiyaç duyuyorum.
Sizin de gerçeklere, gerçek olmaya, şeffaf ve berrak olup kuş gibi hafiflemeye hiç ihtiyacınız yok mu?
Benim bir arkadaşım var, ruh ikizim işte...
Biz açık ve seçik bir şekilde şikayet ediyoruz, ağlıyoruz, sinir olup “Bıktık ulan!” diyoruz.
Deşarj oluyoruz. Birbirimizi yargılamadan sevip küsmeden, kırmadan eleştiriyoruz.
Rahatlıyoruz.
Siz de yapın, tavsiye ediyoruz.
Ha bir de...
Mesela,
Ben zaten iyi bir anne olmaya çok çalışırken ve zaten asla tatmin olmazken insanların:
“Hmmm... Bak şimdi şöyle yap, böyle et, olmaz öyle deme, aman bunu kaçırma, şunu da yap göster, öğret gezdir, okut ettir!” demesinden bunalıma giriyorum!
Ya zaten deli gibi yapmaya çalışıyorum.
Her arta kalan zamandan arttırıp daha da fazla zaman yaratıp herşeye yetişmeye; harika, muhteşem, hatasız, mükemmel anne/insan/kadın olmak için elimden geleni yapmaya çalışıyorum.
Hiiiç kolay değil.
Hiiiç!
Tüm bu yukarıdakileri yapmaya çabalarken, yanımda zırıl zırıl ağlanınca ben de kısa devre yapabiliyorum.
Bu durumu da içime atmaktansa, alıyorum pası, atıyorum golü buraya.
Yazıyorum ortaya.
Bakın efendim,
Ben yazar da olsam,
Anne de olsam,
Kadın da olsam,
Eninde sonunda insanım.
Hata yaparım.
Yonca
“Tespit Böceği”
Önyargılı olduğu için nutanç dolu dip not: Mesela bu yazıya yorum geleceğini hiç sanmıyorum. Çünkü bu “İşte Böyle Yonca” yazısı...
Önyargısından dolayı eyvahkar dip not: Bir de çok yorum gelirmiş! N’olcak J! O zaman da, “Tükürdüğümü yalarımlı dip not” yazıp “Sus Yonca” yazısına ek yaparım, “Şaşkın Yonca” yazısını da stok için kenara atarım.
Paylaş