Paylaş
Kabul ediyorum ve-fakat-ama ısrarla bu halimi seviyorum ve görüldüğü üzere bunu da aynen ilan ediyorum. Darısı başınıza.
Neden mi? Efenim şöyle...
Yıllarca kahve, çay içmedim. şimdi kahvesiz, çaysız yapamıyorum. Yıllarca diyet kola bağımlısı oldum; ama şimdi ağzıma koyamıyorum. Zamanında “Arabesk müzik hayatta dinlemem!” derdim, tükürdüğümü bir güzel yalamış bulunuyorum. şimdi hem dinliyorum, hem de salya sümük ağlıyorum.
Kibariye’yi çok geç keşfettim mesela. Hatamdır, kabul ediyorum. “Serdar Ortaç sevmem!” derdim, ama bir baktım ki ezbere bilmediğim şarkısı yok, çaldı mı oynamaya başlıyorum anında. Müslüm Gürses’e yıllarca dehşetle baktım; ama şimdi “Aman CD’si çıkarsa bana da alıp gönderin!” diyebiliyorum. Yüzüm filan da kızarmıyor asla. Fasıllarımızı rakı eşliğinde avaz avaz dinleyip, gözlerim dolu dolu “Telgrafın tellerineee...” diye ritim tutup, “ınleyen Nağmeler”le kadehleri tokuşturup hasretten inim inim inliyorum valla. Her nerede bize ait tek bir tını duysam, tüylerim öyle bir diken diken oluyor ki, pek yakında tüysüz kalıyorum hayırlısıysa!
Bütün bunlar gurbette bizim olana hasret kalmaktan mı kaynaklanıyor, yoksa aidiyet duygum giderek daha fazla mı kıymet kazanıyor, hiç bilmiyorum valla!
Anlamaya da çalışmıyorum artık. Yaşıyorum!
Hani ne oluyor da, Yonca bu kadar duygusal oluyor ve sürekli bir bilene danışmak istediği bu kadar çok sorusu oluyor, bunu da anlamıyorum mesela. Acaba hayata dair her şeyi sevme durumunun cılkını mı çıkarıyorum? Ne yapıyorum hiç bil-mi-yo-rum! Ha ama büyümeyi çok sevdiğimi biliyorum. Biliyorum ama, büyüyen insanların kalbi yeniden “Çocuk Kalbi”’ne, kafası da yeniden “Küçük Prens” moduna geri döner mi diye de merak ediyorum aslında. Ben öyle olsun istiyorum da ondan galiba.
Ondan, kendime hep diyorum ki; “Yoncacım hataları affet! Hiç küçülmezsin, hatta büyürsün. Rahatlarsın, huzura kavuşursun. Gülersin. Sevginin açısını, kalp pergelin kırılana kadar aç ve büyüt. Nefretin ve sinirin kapısını aman sakın çalma. Olur da nefretin kapısı sana kendiliğinden açılırsa, sakın içeri dalma. Emin ol tuzaktır, aldanma. Aşksız kalma, kimseyi sevgisiz bırakma.
Hayatta çok şey boş. Her şerde var bir hayır. Yap iyiliği, at denize yolla.
Sen bu kısa hayatı, yaşayabildiğince uzun yaşa.
Yonca
“Dön-er”
Vecizesi eksik kalırsa olmaz olan dip not: “Affetmek ve unutmak iyi insanların intikamıdır” demiş. ıyi demiş.
Ben geldiiim!
Uçaktan inmişimdir herhalde. Siz Kelebek elinizde bu satırları okurken, ben de ıstanbul-Antalya aktarmasını yapıyorumdur. Ya da yapmışımdır. Heyecandan dün gece de kesin hiç uyuyamamışımdır. Bu da eder 48 saattir uykusuz bir Yonca.
Herkesin kaçmak istediği ülkeme ben koşarak koşmaya geliyorum. Memlekete ayak basar basmaz da sokakta gördüğüm ilk simitçinin boynuna atlamak istiyorum. Taksiye binip “Abi beni şuraya atsana!” dediğimde o yeri nasıl olsa bilen bir takside olmanın hazzını yaşamak istiyorum.
Sokaklardaki gürültüye, sağdan sola koşturan insan çeşitlemelerine, avaz avaz konuşan tiplere, kazara koluna değsen kafa atmaya hazır gergin gençliğimize de hasretim düşünsenize! ınsanın bu ülkeye olan sevgisini hatırlaması için kesin turist filan değil, bildiğiniz gurbetçi olması lazım ya, neyse ne... Ohhh be, geldim yine, geldim! Simit yiyeceğim, zeytinleri kiloyla tüketeceğim. Türk kahvemi en sadesinden içeceğim. Alakalı alakasız birilerine fal baktırıp söylediklerine de inanacağım.
Pazar günü koşacağım 10 km’yi de amma heyecan yaptım aklınız durur. E hiç bu kadar sorumluluklu koşmamıştım tabii. Yardım için koşmak, beni adam etti. Çok şükür küçük bavulla seyahat etmeyi bilen bir kadındım ama, amaçlı spor tatili yapmak, dünyanın en hafif işiymiş.
Ayağımda spor, bavulumda koşu ayakkabılarım. ıç çamaşırlarım, koşu şortum ve tişörtüm, geceliğim ve tenis raketim. Kot-tişört ve mont. Ha bir de baş parmağım kadar küçük kameram. Antalya’ya karı-koca yardım amaçlı koşmaya bu kadarcık gelmişim. Hazırım.
Haberlerimi bekleyin. Bu pazar uyanır uyanmaz benim için “Koş Yonca Koş!” demeyi de ihmal etmeyin!
Yonca
“koşucu”
1, 2
Paylaş