Paylaş
Uçağa atladığımda kızım ateşler içindeydi. Uçağa da en son ben bindimdi zaten. Zor yetiştim. Doktordaydık çünkü. Eşim koşarak iş seyahatini tamamladı geldi. Yetişti. Yokluğumda her şeyi o halletti. Güzelce paslaşıyoruz yani.
Paslaşıyoruz ama, hiç kolay değil, hiç. İçimiz paramparça...
Her şey süper gibi duruyor ama işte gurbet bunun da adı. Ve zor!
Uçak yolculuğum kabus gibi geçti. Yanıma oturan kadın panik ataktı. 10 dakikada bir tuvalete giderek rahatlamaya çabaladı. Hem ona üzüldüm, hem de sıkıldım.
Diğer tarafımda oturan ailenin babası ise içimi öyle daralttı ki 4 saat boyunca, bayılmadığıma şaşırdım. Adam dünyanın en karamsar, en şikayetçi adamıydı. Karısının içi geçmiş, bitmiş, hiç konuşmuyordu. Ben size söyleyeyim; o adamın aralıksız şikayet eden, hiçbir şeyi beğenmeyen, havadaki tozdan nem kapan çatık kaş hali de karısı için bir çeşit ciddi psikolojik şiddetti. Uzaktan beni bile mahvetti adamı dinlemek. Yol boyunca şikayet etmedik şey bırakmadı inanın. Aklıma geldikçe hala fena oluyorum.
Uçaktan koşarak çıktım. Bavulumu vermemiştim zaten hızlı çıkabilmek için. Koşarak pasaporttan da geçtim. Oyumu kolaycacıkça verdim.
Telefonumu açtım, ve o andan itibaren başıma gelmedik kalmadı. Telefonumu devlet kitledi çünkü. Neymiş efendim daha önce benim pasaportumda kayıtlı başka bir telefon varmış. Haydaaa… Hiç hatırlamıyorum. Ve de eee yani? Ne olur yani vergisini versem de ikincisini kaydetsem, açılsa? Yok olamaz. Olmadı. Kitli kalacak dendi. Tonlarla para yüklü kaldı içinde. Tam nasıl yaparım 2 gün kimseyle iletişemeden derken, bomba ihbarı yapıldı. Tam bulunduğum noktada hem de. Haydiii bizi polis çevreledi, orayı boşalttırıp bombayı imha ettiler. O da çok şükür geçti. Kimseye bir şey olmadı.
Bir şekilde bunları atlattım eve vardım. Arkadaşımın kızının cebini ödünç aldım. Vodafone’dan da bir hat. Oradan trene koştum.
Tren kısmı harika geçti. Hem İzmir hem Manisa. Yazdım zaten biliyorsunuz. Daha da yazacaklarım var aslında. Ara ara anlatırım.
Ama nedense telefonun internet paketi çalışmadı ısrarla. Dönüşte sordum ki, meğer benim hat aldığım sabah Vodafone’da iki kişinin başına bu teknik sorun gelmiş. Halletmeye çalışıyorlarmış 3-4 güne olurmuş. Dedim “Geçti Bor’un pazarı. Ben zaten gidiyorum!”. İnanır mısınız hala açılmadı hat. Demek ki evren benim o 48 saat içinde iletişimde olmamı istemedi J.
Sonra gerisin geri geldim, döndüm evime, Dubai’ye.
Gitmeden önce öyle bir hassasiyet olmuştu ki zaten çocuklarla aramızda içim parçalanarak çıkmıştım yola -burnumun ucu kızarıyor bu satırları yazarken- dönerken de içim pır pır döndüm aslında.
Pek bir kırılganlar, hassaslar bu ara. Haklılar da. Ben de öyleyim. Hepimiz çok yorulduk, çok yıprandık bu sene.
İnsanız. Hatalarımız çok. Ne kadar mükemmel duruyor her şey uzaktan oysa değil mi?
Ah bir bilseniz ben hatalarımı nasıl iyi biliyorum ve nasıl da bütün pişmanlıklarımı bilinçle karşıma alıp onlardan azar işitiyorum... Nasıl da yutkunuyorum bazen zar zor. Nasıl da bir yumru oluyor boğazımda bazen... Nasıl da küçük dilimi sallaya sallaya ağlamak geliyor içimden benim de ara ara....
Dün iş yerimde bütün gün ağladım iyi mi! Oh! Pek de iyi geldi. Başlarım işine gücüne dedim.
Evet, bu gülen surat da bir insan.
Hatalarıyla sevaplarıyla klasik bir insan.
Bazen gülerken aslında içi ağlayan; bazen de ağlarken içi gülümseme dolan...
Seçim meçim yok gözümde aslında. Hiiiç kusuruma bakmayın. Ben, vatandaş Yonca Tokbaş görevlerimi elimden geldiğince yapıyorum. Hatta onları yapacağım diye yapmam gereken bir sürü şeyi de yapamıyorum.
Sıra ve öncelik ailem ve çocuklarımda...
Bu Yonca var ya bu Yonca, işe güce dair bir sürü karar aşamasında.
Allah büyük.
Elbet bize yardım eder nasıl olsa.
Çocuklarımın gönlünü alana kadar, hem kendimi rahatlatmak, hem azıcık düşünmeden yaşamak, hem de kendimi kayıt altında gözetime almak adına...
Size “Yonca’nın günlüğü”nü yazacağım galiba.
Anlayışınız lazım bana.
Yonca
“paspas”
Paylaş