Paylaş
Beni roman okur gibi günlük tek dozlar halinde okuyan okurlarım çok iyi bilir.
Pek severim burcumu, doğumgünümü -deliye her gün bayram misali- her türlü kutlamayı, içinden neşe geçen her şeyi çok severim.
Severim oğlu severim.
Maksat bahane olsun; varsa kutlanacak birşey kutlayalım isterim. Havada bulut mu var, haydi eller havaya, güneş mi açtı, yaşasın at bir çığlık daha, gün batımı yaklaştıysa koş bir cin tonik hazırla...
Mutlu olmak isteyen insan için bahane gırla! Olmak istemeyen içinse... yapılacak çok az şey var aslında.
Yaz çocuğu olmak kolay değildir. Yaz ortasında doğduğun için yıllarca artık etrafta kim varsa onlarla kutlarsın doğumgününü. En istediklerin yanında olamaz bir türlü. Hep uzak kalırsın sevdiklerine; çünkü herkes yazlıktadır. Hep aile büyüklerin olur yanında.
Çok da güzel olur.
İnsan bu durumda, büyürken arkadaşlarının kıymetini de, hasretini de daha iyi bilir,
Büyüklerin nasıl da “ben senin bebekliğini bilirim” derken iç çektiğine şahit olup -yürekten sevilmenin ve büyümenin bir büyüğün gözünde ne demek olduğunu görüp- hayata daha sıkı sarılır aslan burcu çocuğu bir bakıma.
Bana öyle oldu da J.
Bugünlük izin verin bana ne olur... hayatımda bir ilk yapıp hatalarımdan ve azaplarımdan bahsetmek yerine kendimi takdir edeyim yaşgünüm adına. Şımarma hakkımı kullanayım rahatça.
Bu yazım armağan olsun bana! Yoncacığıma...
Çok şükür, sarılmayı iyi biliyorum bu hayata.
Mutlu olmayı da biliyorum küçücük şeylerden.
Gerisi boş nasıl olsa.
Kendime bakıp hiç yapmadığım ne var dedim kendim için ve buldum. Ondan yazıyorum bunları...
Benim kadar hayatı seven bir insan, kendine bu kadar zarar veremez.
Kendimi hiç takdir etmiyorum ben! HİÇ!
Ne büyük bir hata.
Bana hep azimle eşim, annem, kardeşim ve Gülüm hatırlatırlar takdir edilecek şeyler yaptığımı. Ben inanmak istemem nedense.
Ayıp bulurum kendimi övmeyi, övülmeyi.
İyi ki varlar yoksa ben kendimi paralar dururum daha iyi şeyler yapabilirdim, daha çok çalışabilirdim, herşeye yetişebilirdim diye. Çünkü bu hayatta yapılabilecek sonsuz sayıda iyi şey var. Göle maya çalmak, bir denizyıldızı daha denize atmak, ağaç dikmek, evlat edinmek... yapmayı iste yaparsın elbet iyi birşeyler işte.. Onlar bana beni hatırlatınca sakinleşiyorum sanki...
Bir de siz!
Şaka gibisiniz.
Dün durup dururken, tam da canım çok sıkılmışken gelen mailler inanılmaz ilaç etkisi yaptı. Hele Ebru Yalçın adlı okurum... gözlerimden yaşları foşurdattı!
Offf Yonca offf!
Yine çok konuştum, çok uzattım ben değil mi?
Artık olan oldu, affola.
Ama inanın arada bir bunları düşünmek, iyi geliyor insana.
Demek ihtiyaç duyuyorum.
Bu yazımın ana konusu, hayata sarılmayı bilmek olacaktı oysa, hale bak ben neler yazıyorum şu anda...
Ama vazgeçmek yoook!
Şıppadanak bağlayacağım hepimizi bakın şimdi ana konuya...
Ağaçlara olan düşkünlüğümü yaza yaza bitirmem mümkün değil.
Benim için hayat demek; ağaç demek...
Hayata ağaç gibi kök salıp tutunmak, rüzgarlara, fırtınalara rağmen büyümek, meyva vermek demek, suyumu icabında kendim bulmak, her şart altında dik durmak demek.
O yüzden bir ağaca sarılmak;
Hayata sarılmaya eştir gözümde...
Teşekkür ederim hayat!
Ne güzel bunu yüksek sesle söyleyebilmek.
Şükretmek gerek!
Yonca
“sımsıkı”
Sarıldığım ağaç, benim kendi zeytin ağacım... Çocuklarımla eşimin bana yaşgünü hediyesi olan...
Paylaş