Bizim neye ihtiyacımız var biliyor musunuz?

Rahatlamaya!

Haberin Devamı

Kasılmaktan, gerilmekten perişanız.

 

Gülmeye korkuyoruz.

 

Eğleneceğiz diye ödümüz patlıyor.

 

Kazara iki dakika iyi zaman geçirince vicdan azabı çekiyoruz.

 

Sürekli günah işliyormuşuz gibi kendimizden kaçarak yaşıyoruz.

 

Gizli gizli mutlu olmaya çalışıyoruz.

 

Kendimizi sürekli herşeyden sorumlu hissediyoruz. Ha bu bazen iyi; ama bazen de bizi beter edici bir ruh hali.

 

Haberin Devamı

Yanlış, çoook yanlış yapıyoruz.

 

Kendimizi harcıyoruz.

 

Hayatımızı harcıyoruz.

 

Kendimize iyi bakmazsak,

 

Biz iyi olmazsak,

 

Çocuklarımız, ailelerimiz, mahallemiz, ülkemiz nasıl iyi olur ki?

 

Zamanında kızıma bakan çok şeker bir yardımcım vardı. Hiç anne olmamış, ama anneliği yüreğinde hisseden, minicik boylu kocaman yürekli bir kadın.

 

Ben işten gelir gelmez deli gibi kızımın yemeğini yedireceğim diye kendimi paralardım. Aslında kızıma haksızlık yapardım. Çünkü o işten geldiğim ilk 1 saat öyle yorgun, öyle bezgin ve öyle görev bilinci dolu olurdum ki, o vicdani azap ve bedensel bitiklikle çocuğuma keyifli iki kaşık çorba içirmek yerine, hem kendime hem ona eziyet ederdim. Çocuk benimle gülüşmeyi beklerken, ben ona yemek yedirmek için ter dökerdim.

 

Ama ben bunu o anı yaşarken hiç farketmezdim.

 

Haberin Devamı

Deli gibi çabaladığımı; ama bu çabamın da işe yaramadığını düşünerek kahrolur, neden ben iyi bir anne olamadım diye kendimi yer bitirirdim.

 

Yardımcım bir gün sakin sakin bana aynen şöyle dedi;

 

“Yonca, bence eve gelir gelmez önce sen birşeyler ye. Bir dakika otur ve sakinleş. Ondan sonra kızını al karşına iki dakika gıdıkla. En son yemeğini yedir. Ona da yazık, sana da. Bu stresle yenen yemeğin kimseye faydası yok!”

 

Bu sözler tokat gibi indi yüzüme.

 

Günlerce düşündüm.

 

Sonra bir gün eve gelip ilk önce kendime çeki düzen verdim. Yemeğimi sakince yedim. Kızımla o sırada sohbet ettim. Ne zaman sakinleştim, oturdum kızımın yemeğinin başına. Ancak o zaman 13 aylık kızımın, yemeğini döke saça yemesine artık hiç takılmadığımı, bunun “batan ortalık” değil de eğlenerek öğrenilen bir deneyim olduğunu düşünerek yaşadığımı görmeye başladım.

Haberin Devamı

 

Anlatabildim di mi bu uzatmalı hikayeden nereye varmaya çalıştığımı?

 

Çünkü kafamda bin tane cümle var bu konuyla ilgili ve toplamaya çalıştıkça, iyice dağılıyorum endişesi bastı beni şimdi...

 

Neyse.

 

İşte bu tecrübemden de yola çıkarak,

 

Olayı başa sarıyorum.

 

Benim, sakinliğin ve gülmenin bulaşıcı iyi huylu bir hastalık olduğuna dair ciddi inancım var.

 

Tıpkı esnemek gibi.

 

Hani aramızdan birisi esnese birden herkes esnemeye başlar ya... Gülmek de öyle.

 

Bulaşıcı.

 

Ve rahatlık, o da bulaşıcı.

 

Karşınızdaki insan ne kadar huzurlu ve rahatsa size de bulaşır ya, öyle.

 

Ve bu çok iyi bir şey!

 

Hani ben başlarsam gülmeye,

 

Siz de kesin başlarsınız gülmeye.

Haberin Devamı

 

Ben ağlarsam iki gözüm iki çeşme, siz de hüzünlenirsiniz hiç istemeseniz de. Böyledir çünkü insan olmak; elimizde olmadan aynı sahnede güleriz, aynı sahnede boğazımıza düğümlenir gözyaşlarımız.

 

Yaşarken birbirimize geçirdiğimiz elektriktir bizi daha iyi, ya da daha kötü hissettiren bence.

 

Annemin sihirli iksiri tam da budur işte.

 

Her daim gülümseyerek bakmak hayata, en zor anında bile...

 

O yüzden ben;

 

Gülmeye inanıyorum,

 

Kahkahalara tapıyorum!

 

Peki bunlar nereden çıktı biliyor musunuz?

 

Sizden!

 

Biri Gülsevim Kahraman.

 

Gülsevim çok uzun zamandır fotoğraf çekmeyi istiyordu ve aklına koyduğunu yaptı.

 

Başladı fotoğraf çekmeye.

 

Bana da dün çektiklerinden birini yollamış; “Keyif”’i...tıklayıp açınca, yüzüme kossskocaman bir gülümseme yayıldı anında!

Haberin Devamı

 

Gördüğüm en samimi hayat kokusu duruyordu karşımda.

 

Bir dolu ayçiçeği bir ayçiçeği tarlasında

 

Masssmavi bir gökyüzü

 

Bembeyaz hayal dolu pofuduk bulutlar ve...

 

Kendi karesine kendisini suratındaki o inanılmaz hazla, gözlerindeki müthiş gururla konuk etmiş huzur dolu keyifli bir Gülsevim duruyordu tam karşımda!

 

Bakın şu mutluluğa Allah aşkına!

 

Bizim neye ihtiyacımız var biliyor musunuz

 

Gülümsememek, keyiflenmemek mümkün mü bu manzara karşısında?

 

Derken, okurum Onur çok yakın zamanda babasını kaybetmiş. O kadar kahroldum ki geç farkedip başsağlığı dilemek de geciktiğim için... Kızdım kendime...

 

Ama Onur herşeye rağmen, dünkü yazım üzerine bana kendi kendine çalıp kaydettiği Landon Pigg’ in Coffee Shop şarkısını yollamış. O hüznünün, derdinin arasında, bana müzik yollayıp paylaşmayı düşünmüş, istemiş ve yapmış düşünebiliyor musunuz?

 

Nasıl güzel insanlar var bakar mısınız etrafımızda!

 

Soruyorum, siz olsanız siz de mutlu olmaz mısınız bu durumda?

 

Ve hatta,

 

Bunları okuyup görünce şu anda, mutlu olmadınız mı Allah aşkına?

 

Bulaştırdım size de mutluluğumu değil mi ama?

 

Anlatmak istediğim,

 

Buydu tam da!

 

J

Yonca

“uygulamalıca”

 

Yazarın Tüm Yazıları