Ben ona Ertuğrul diyorum...

“Abi” ve “Amca” sıfatları ona pek gitmiyor. Abi veya Amca insanın ağzına yapışıyor, komik duruyor.

Haberin Devamı

Çünkü o sadece Ertuğrul. Öyle. Çocukken işim çok daha zordu. Babam Ertuğrul’a ismiyle hitap etmeme kızardı, Ertuğrul etmememe! O zamanın Türkiye’sinde bugünkü gibi çocuk-büyük ilişkisi pek yoktu. Ben, el öptüren Erşan “Amca” ile kendine Ertuğrul dedirten iki farklı babanın sentezi oldum. O yüzden Gülüm “Biz çok güzel karıştık Yoncam!” dediğinde içim ürperdi. Çünkü doğru, çok güzel karıştık.

Babam mini etek giymemize laf ederken, Ertuğrul giymememize laf etti. Evden uzun etekle çıkıp merdiven altında kıvırıp mini etekle yola devam ettik. Gülüyoruz şimdi o günlere. Babam “Aman evladım sinemaya gitmeyin, bomba atarlar!” derken; Ertuğrul son çıkan filmi ilk görmediğimize dertlendi. Ha ama o mini eteğe laf eden babam beni okul gezisine yollarken, Ertuğrul ve Tansu, Gülüm’e izni vermedi. 3 gün ayrı kalacağız diye ağlamaktan gözlerimiz şişince, Tansu çaresiz, kendisi de geldi.

Her şey çok garip ve fakat bir o kadar da normaldi. Ertuğrul seyahatten daha kimselerin adını sanını duymadığı REM CD’siyle gelip “Bu grup dünyayı sallayacak!” diyerek dinleten, türünün tek örneği cins babalardan biriydi. Hâlâ öyle!

Evde yalnız korktuğumuzda, Erol Simavi’yi bırakıp yanımıza gelmişti. Biz çok kızacak zannederken, o Enigma dinletip bizimle dans etti. Okulda walkman’le ödev yaptığımız için ceza aldığımızda tam 3 sayfa itiraz mektubu döşedi, cezamız geri çekildi, havamız süperdi.

Babam bir derdimin olduğunu sezince “Sen git bu gece Gülüm’lerde kal!” derdi. Çünkü bilirdi; ona anlatırsam sinirlenebilecek olduğu şeyi, Ertuğrul sakinlikle kesin çözerdi. Ankara Piyade Sokak’taki o ev, en uçuk hayallerin kurulabildiği, otoritesiz disiplinin varlığını havada çaktırmadan hissettirdiği, en özgür ve en ilginç evdi.

Yonca
“mazi”

Haberin Devamı

Ben Ertuğrul’dan neler öğrendim

Hayaller kurup peşlerinde koşmayı. Dövüşmeden tartışabilmeyi, kavga etmeden konuşmayı, sabırlı olmayı. Hayatta çok şeyi sevmekle, çok şeyi istemenin arasındaki farkı görmeyi. Detaylara merak salmayı. Bilmemekten utanmamayı. Ayran gönüllü aşklarla, ayran gönüllü işlerin yürümeyeceğini. ıstediğini yapabilme şansı eline geçince, sonuna kadar sebat edip uğrunda çaba göstermeyi. Öfke ve aceleyle karar almamayı, durup nefeslenmeyi.

Yüksek sese başvurmanın marifetsizliğini. Hayattan bezmemeyi. Kulaklarımda müzikle yaşamayı. Kendimle dalga geçmeyi. Hayata asla küsmemeyi. Kesin yargılı olmamayı. Önyargılı hiç olmamayı. Değişime açık olmayı. Kimseyle dargın kalmamayı, kapıları her daim açık, gönlü Mevlana, kafası John Lennon, mizacı Jack Nicholson, ruhu Indiana Jones olmayı. Rengarenk ruhlar taşımayı. Bazı kadınlardan korkmayı, erkeklerden çekinmemeyi. Her kadının içinde bir de yaramaz bir kadın olabildiğini.

İnsanları dinlemeyi, değer vermeyi, anlamaya çalışmayı, empati yapmayı, haksızlıkla baş etmeyi, ezbere bilgi kabul etmemeyi, baş kaldırmayı, susmamayı, ne bedenimden ne ruhumdan ne özümden ne düşüncemden ne de geldiğim yerden asla utanmamayı. Cesareti! Hissettiğim gibi olmayı, olduğum gibi hissetmeyi. Yaşımın adamı değil, başımın yaşında olmayı.

Yaratıcılığa kafa yormayı, yaratıcı insana saygı göstermeyi, takdir etmeyi. Özür dileyebilmeyi. Kompleksleri ve sonradan görmelikleri kanıksamayı, onların da bizim birer parçamız olmalarının pek de sorun olmadığını anlamayı. Gülmeyi, gülüp geçmeyi. Yapıcı eleştirinin sihirli gücüne inanıp yıkıcı eleştirinin savaşçı ruhundan uzak durmayı.

Sövenlerle kendimi dibe vurmamayı, övenlerle kibirlenmemeyi. Kinden arınmayı, her daim şükretmeyi. Dünyayı sınırları olmayan özgür bir kasaba gibi algılayıp “Imagine” dinleyerek gezmeyi. Söyleminde de yaşamında da samimi olmayı. Sıra dışı olduğun için taş atanlara teşekkür etmeyi. Kendimi sevmeyi. Mutlu gününü paylaşanları dost bilmeyi. Ve hepsi bir yana:

Yalan söylemene gerek olmayan babalar da olabildiğini!

Yonca
“öğrenci”

Haberin Devamı

Sitkom bitmez

Ben küçüktüm; Ertuğrul sabaha kadar susmak bilmeyen gazete telefonlarına, gelen son dakikalara, değişmesi gereken manşetlere 7 gün 24 saat cevap veriyordu. Ben büyüyordum. Ertuğrul, koca gazeteyle birlikte ödevlerimizden “Beni istemeye geliyorlar!” dediğimde yanımda hazır olmaya kadar hepsine yetişiyordu. Biz çoluk çocuğa karıştık, Ertuğrul “Ben şu adama ulaşamıyorum!” diyen muhabirine, adamı buldu konuştu, haberi satır satır hazırladı icabında. Bundan da hiç gocunmadı. Meslek aşkı dedikleri budur kanımca, çalışmak her daim ilk günkü aşkla.

Bıraktı ya o herkesin düşman olduğu koltuğu; esas şimdi hakkını vererek yapamadığı tatiller (ki kimse bir tatilin hakkını ondan daha iyi veremez, bknz Hindistan Cevizi yazısı), kesintisiz dinleyemediği müzikler, gidemediği şehirler, daha anlatılamamış kitaplar, kaldıysa tadamadığı şaraplar, seyredilmedik filmler ve biz dünyalılar tarafından afacan ruhumuza teslim olmayı başaramadığımız için henüz keşfedilmemiş hazlar bayram edecek. Sitkom başladı ya bir kere, devam edecek.

Yonca
“kocabebek” 

Yazarın Tüm Yazıları