Paylaş
Kızımızın ateşlenmesi yüzünden yazı mazı yazamadım. Başlığı attığımla kaldım. Ama yazmayı düşündüğüm yazı hakkında da düşünmeye başladım; kendimi, yazıları, her gün yazmayı, yazan ve yazılanları, halet-i ruhiye-mizi...
İnsan yazısını kendi tabirimle bazen “nadasa” bırakınca, yazmadığına seviniyor. Bazen yapabiliyorum bunu. Yani üzerine atladığım bir konuda deli gibi yazarken gecenin köründe, çok gereksiz hırslı ve erken davrandığıma kanaat getirip konuyu yeterince düşünmeden ele alıp kötü hata yapmaktansa, duruyorum. Bazen de yapamıyorum tabii bodoslama gidiyorum. Bu bir marifet değil, toyluk.
Başbakan’ ın sözlerini tarttıkça, aslında o sözlerle anlatılmak istenenin iyi ifade edilememiş, altında haklılık payı olan bir çıkış olabileceğini düşünüp kendimi mercek altına alıverdim.
...
Sabah ilk iş tüm gazetelere saldırıyorum. Bir yazardan diğerine, amanın bir gidişim var, kendimi kaybediyorum. Okunmadık, didiklenmedik yazı bırakmıyorum. Bazılarını zorlanarak, bazılarını geçiştirerek, bazılarını birkaç kere okumak zorunda kalarak okuyorum. Bazısını basıyorum, altını çiziyorum, sağa sola anlatıyorum, yolluyorum, tartışıyorum. Eskiden bu şekilde okumazdım köşe yazarlarını. Şimdi bir bakıma kendime ödev de biçiyorum bunu.
Kimine sinirleniyorum, birine katılıp diğerine katılmıyorum. Bazen bir yazı yüzünden kalkıp birine kafa atmak filan da istiyorum. Derken kafamda yanan binbir ışıktan birine gönlümü verip geçiyorum klavye başına, yazmaya. İşte hatayı da orada yapabiliyorum. Ertesi güne yazı yazacağım ya illa; hata yapma, okuyana kendimi yanlış anlatma, insanlara olmayacak bir fikri verme, yanılma risklerimi; hatta berbat bir yazı yazma olasılığımı da arttırıyorum aslında. Bu hepimiz için geçerli bir risk ayrıca. Oluyor ve okur asla affetmiyor.
O yüzden her gün yazmak, ne yazara ne okura, ne vatana, ne millete çok faydalı değil; yıpratıcı. İnsanın düşünecek, kendini de eleştirerek yazacak kadar zamanı olması lazım.
Hele hele bu tempoda gündem üreyen bir ortamda, ülkede, coğrafyada; önemsenecek şeylerle sıradan şeyler çoğu zaman karman çorman oluyor; biraz da bu yüzden sıkılıyoruz gündemden, kaçıyoruz koşa koşa.
Hem durup düşünecek vakti verebilsek kendimize her konuda, her ortamda; belki de asabiliğimize asabilik katmadan, kavga etmeden tartışabileceğiz aramızda. Ama yok efendim. Biz, her şeyde aceleci, abartılı, her şeyin ya suyunu çıkarıcı ya göklere koyamayıcıyız daima. Ortamız yok, olamıyor da her nasılsa. Ya hep ya hiççiyiz... Ya seviyoruz, ya terk ediyoruz, ya susuyoruz ya dövüşüyoruz; misal o misal.
Düşünsenize,
İlk attığım başlıkla devam etseydim bu yazı ne anlatıyor olacaktı, şimdi ne oldu.
İlk defa, keşke şunu daha iyi ifade edebilseydi Başbakan’da, kükreneceğine, üzerinde düşünülebilseydi dedim. Bu da “ifadesiyle” ilgili eleştirim.
Öfkeyle her gün çıkış yapıp çatmakla, her gün yazmak aynı huzur bozucu riski taşıyor icabında.
Her iki taraf olarak da, daha çok düşünmeliyiz.
Değil mi ama?
Yonca
“özeleştiri”
Paylaş