Yaaaaa zaaaaa maaaa dım.
Ne olur neden diye sormayın.
Yonca
“s-üzgün”
Bir de...
Geçen seneden bugüne
Yine benim fikrim hiç değişmedi!
Hiç değişmedi, değişmedi... değişmedi.
Değişmeyecek de!
Aaaa neydi o “Ben uzaylıyım!” diyen bizim şu meşhur adam, demek onunla uzaktan akraba bilem olabilirim! Adamın adı da aklıma bir türlü gelmiyor şu anda, tüh! Neyse, sonra gelir belki...
Yemin ederim aklıma gelen en makul “Yonca Açılım”ı bu, çünkü başka türlü geçen gün ofiste kendi kendime ortada fol ve yumurta yokken saatlerce kahkahalar atarak gülmemi açıklama şansım yok. Off amma soluksuz cümle kurdum be kardeşim. (“be” de dedim, artık battı balık yan gider!)
Aslında gülme nedenlerimden biri de bu uzaylı olma olasılığım meselesi.
Durup dururken bir arkadaşım bana e-posta atmış; “Yonca sen bir garipsin!” diye...
Ben de oluyorum merak etmeyin, hala normalsiniz.
J
Bu yazıyı kaleme aldığım sırada (yani size göre dün öğlen) önümde, asla sıcak bişey içmemem gerektiği söylenmiş olsa da, dumanı tüten bir ince belli tavşan kanı çay durmakta. Öyle sıcak ki bardak, tutamıyorum rahatça. Bi tutup hüpletip hemen bırakıyorum geri masaya. Bana biri bişeyi yapma demeye görsün, aklım başımdan gidiyor.
“Sıcak bişey içme, baharat yeme, alkol alma, sıcakta bulunma” dedi ya doktor, ben ne kadar sıcak şey var ona aşeriyorum, baharatlardan kendimi alamıyorum, önümde bir kutu pul biber resmen ekmek bandırıp yemek istiyorum, alkol komasına girip kafamda yumurta kaynatacak sıcakta yürümeyi hayal ediyorum.
Ay zaten merak da etmiyorum, bizimkisi beni yeterince meşgul ediyor.
Ülkeme bazen yurtdışlarından bakmak lazım. İnsan olan biteni ağzı açık seyrederken, kafasını bir kaç kere duvarlara da vurmak istiyor. Hele benim gibi ülkesine sapıkça bağlı bir insansanız, kafanızı vurduğunuz da oluyor.
Yahu bizim memlekette her Bayram öncesi, sırası ve sonrası yüzlerce kişi trafik kazasında ölür (kalan zamanları saymazsak tabi). Keşke trafiğe karşı da aşılanabilsek!
Bizim memlekette bebeler sele kapılır gider, devlet yüksek yerlere kaçın der. Keşke yağmura karşı aşılanabilsek de yağınca kanatlanıp kuş gibi göklerde süzülebilsek!
Kafamı nereye çevirsem yeni bir travma!
Hangi birini yazsam, ya da neyi yazmasam da doğru olsa bilemedim.
Ortalıkta olmamayı, geceden sabaha acele acele düşünüp yanlış yunluş galeyana gelmiş şeyler yazmaktansa –çünkü şu anda öyle hissediyorum, hata yapacakmışım gibi- kafamı ve yazdıklarımı nadasa kaldırıp zamanımı kullanmayı tercih ettim.
Arada düşünmek iyidir. Öfkeyle kalkıp zararla oturmaktansa, bazı şeyleri susup iki kere tartmak gerekir. Ben de düşünüyorum.
Kimseyi siyah beyaz diye ayırmadığım gibi, köken-din-dil ve sairesel kimliğine göre de ayırmıyorum. Yapımda yok. Benim için herkes ülkemin insanı... İnsanlarıyız biz bu güzel ülkenin. Ve aslında güzel insanlarız biz.
Çok seviyorum ülkemin insanlarını. Arada kızıyorum evet, arada sarsıp kendine getirmek istediğim de oluyor evet... Ama ne kadar kızarsam kızayım, kıyamıyorum, sevmekten, inanmaktan, savunmaktan ve korumaktan vazgeçemiyorum.
Ülkem benim anavatanım, ben de vatanımın anasıyım gibi hissediyorum. Bazen o benim çocuğum, bazen de ben onun çocuğuyum. Mazur görüyoruz arada birbirimizi.
Çok seviyorum ülkemin kendine has halini.
Darwin sansürü hem bizi üzdü, hem de kurum çalışanlarını. İçim kırıldı o zaman TÜBİTAK’ a. Ama kırgınlığım uzun sürmedi. Her ne olursa olsun, inanıyorum ben oradaki ruha! Bilime inanıyorum ısrarla.
Bugün size şu anda elimde tuttuğum dergiden bahsetmem lazım. Görünce dilim tutuldu...
Mutluluktan ve Gururdan!
Elime TÜBİTAK’ ın çıkarttığı bir çocuk dergisi geçti, adı “Meraklı Minik”. Ömrü hayatımda, yurtdışında da dahil olmak üzere, böyle bir çocuk dergisi görmedim ben. İnanın görmedim.