Hani neden sanki daha önce seyredip yeterince perişan olmamışım gibi yeniden oturup Babam ve Oğlum’ u seyrettim ki!?
Hangi aklı başında insan bu acıyı kendine yeniden çektirir ki?
Neden neden neden?
Hele de ben!
Bıktım iki arada bir derede kalmış aşkların açık açık yaşanamamasından; yalanların dolanların kandırmaca ve susmacaların sündürülmesinden.
Bunların matah gibi gece/gündüz yaz/kış tekrar tekrar gösterilmesinden de bıktım.
Yeterince ikiyüzlülük varken hayatımızda, bütün bunların bir de dizilerde pohpohlanıp ruhumuza kazınmasından da bıktım.
Bııık.......... tım!
Hayal kurmak yani...
Dün alt tarafı ufacık tefecik bir hayale değdim sihirli değneğimle yazımda: “Ahh keşke bir küçük kafem olsa” dedim…
İyi ki demişim, iyi ki yazmışım... iyi ki!
Amanın meğer ne çok kafe açmak isteyen, ya da birisi kafe açsa da gitsek diyen hayalperestimiz varmış aramızda, görünce sevinçten aklımı yitirdim.
Yani, olmasa gerek.
Dün kendimi pilates sırasında yeniden nefes almaya başladığım için şükrederken bulup tavana bakarken gülümser şekilde yakaladım.
Kendi kendimi o şekilde basınca da gülme krizine yakalandım.
Kendim için birşey yaptığımda kendimi inanılmaz iyi hissediyorum. Öyle böyle değil.
Atlamadım, unutmadım asla asla asla unutamam ki...
Kutluyorum tüm İzmir’ i, İzmirlileri...İzmir’ den çok uzak olsak da.
Hasret dizboyu şu anda. L
Yılmaz Özdil bomba gibi yazmıştır diye heyecanla sabah olmasını bekliyorum. Yazmış olsun ne olur ama.
Çünkü;
Uzun zamandır sizlere Yonca gibi yazamadım. Kendimde değildim ki! Kendime geleceğimdir, geliyorum, hatta şimdi gelmeliyimdir acilen. Bu yazı da bunun içindir. Hepimize:
“Hayat böyle işte; insan bir gün ağlar bir gün güler ve geçer. Ama elimizin tersiyle çarparsak dalgınlıkla hayata, lık lık lık akar gider. Aman dökülmesine izin verme, kaldır ve iç güzelce!” demek içindir.
Bir süreliğine uzaklaştım her şeyden. Herrrrşeyden. Herrrkesten. En kötüsü de kendimden. Kafam öyle çok sorgu sual içinde ki! İyilik kavramını sorguluyorum, insanlık kavramını sorguluyorum, anlamsız hırsları, üzerimize yapıştırılmış damgaları sorguluyorum ve haksızlık kavramına takıldım, kurtulmayı planlıyorum.
Şimdi ağlamak daha zor oldu.
Gözlerim kesin daha sık doluyor, daha kolay doluyor ama şöyle doya doya ağlamak... bir türlü olmuyor.
Annanemden sonra, en son babamı kaybettiğimde çok ağlamıştım. Çok ama. Öyle böyle değil. Hani insanın içi katılır ya. Gözleri ağlamaktan acır, kıpkırmızı olur ve sabah kalkınca gözlerini açamayacakmış gibi hisseder ya...
Yanar yanar yanar gözleri de, o halde insan içine çıkmak acına başka bir gıcık ruh hali de ekler ya... şimdi herkes soracak, açıklama yapmak lazım olmasa da ister istemez millet ah vah yapacak diye beter olursun ya... işte öyle çok ağlamıştım o zaman mesela...
İnsan bunalınca bunalmış oluyor. Gerekçeleri saçma da olsa, oluyor işte. Ki aslında hele de benim kadar “mutluluk böceği” bir tip bunalmışsa... başkası ne yapar bilmiyorum.
Bu yaz bir garip geçti. Sözde çok iyiydi; ama aslen berbattı.
Haydi beni bırakın, kime sorsam yorgun, kime sorsam dertli. Hayatımda hiç duymadığım kadar çok, sağlık sorunu olan insan haberi duyuyorum.
Ben de kendimi iyi hissetmiyorum.