Paylaş
Likya Yolu Ultra Maratonu’nda üçüncü kez start almama 5 gün kaldı. 24 Eylül’de start alıyoruz.
Bu sene 5. kez koşulacak bu Likya Yolu Ultra Maratonu.
O zamanlar böyle şeyleri bilmediğimden, bilseydim de cesaret etmeyeceğimden gitmediğim o ilk iki tane için deliriyorum.
Bir sene kendi başıma rotayı iki kere daha yapıp arayı kapatasım var. Kadın kafayı bozmuş diyebilirsiniz.
Öyle değil.
Ben çok âşık oldum!
Türlü zorlukları her koşulda aşabileceğimi henüz hiç bilmediğim bir zamanda, yolumu kaybetmemeye çalışırken, karşıma binlerce yıllık bir lahit çıktı.
“Yoksa rotada Aperlai kalıntıları dedikleri yerin tam içinden mi geçiyorum?” derken kekeledim.
“Burada ayak basacak yer yok. Yahu keçi bile yok. Hatta arı yok burada, bizim ne işimiz var?” dediğim Gavur Ağılı denen yeri geride bırakıp Patara’nın solundan geçip vardığım yer Leton Antik şehri olunca da ayarım iyice kaçtı.
Solum dağ, sağım deniz, önüme iki kaya arası buz gibi azmak çıktı mesela.
Suyun rengi de anlatılmaz ki basit sıfatlarla!
Keçiboynuzu ağaçları meyvelerini cömertçe yollarımıza sermişti.
Yoldaki keçiler zeytinleri dalından yiyordu... Biz onların yanından geçip gidiyorduk.
Sanmayın ki bu bir masal.
Hepsi gerçek!
Aşk da böyle bir şey değil mi zaten?
Gerçek mi hayal mi anlayamazsın tam.
Dilin tutulur, kekelersin, ayarın kaçar, olmaz dediğin şeyler olur, olurlar olmaz olur, kalbin büyür, nabzın sapıtır, sigortan atar ama dayanırsın, canın acır umursamazsın.
Müptelasındır artık...
Benim için öyle bir şey işte Likya Yolu Ultra Maratonu, kamp ortamı... Her şeyi...
Tarihi Likya Yolu, Fethiye’den Antalya Phaselis’e uzanan 509 km’lik bir yol.
Bizim yarış yaklaşık 240 km’sini kapsıyor.
Benim katıldığım 6G kategorisi 120-140 km. arası bir rota.
Yemek, çadır, duş, tuvalet Uzunetap tarafından sağlanıyor, biz her gün bize anlatılan rota üzerinde 6-7 saat ilerliyoruz.
Ultracılar tüm malzemelerini kendileri sırtlarında taşıyarak 240 km. yapıyorlar.
Yani aslında onlar cefayı, biz sefayı yaşıyoruz.
İnsanlar “O kadar kilometreyi o dağ taş arazide nasıl koşuyorsun?” diye soruyor.
Arkadaşlar hepsini koşamıyorum ki!
Koşabildiğim yerinde koşuyorum.
Yürümek zorunda kaldığım yeri çok. Yürümeye çabaladığım yeri de çok.
Katılan herkes aynı şeyi başarıyor: Kendi sınırlarını, duvarlarını, önyargılarını, egolarını aşmak!
Profesyonel sporcu olup hiç olmadık nedenden dolayı geride kalmak, rotayı şaşırmak ve hatta diskalifiye olmak, hiç olmadık birinin tıngır mıngır, tıpkı kaplumbağa tavşan hikayesindeki gibi seni geçip finişe en önce gelmesi vs, ohooo daha neler neler var bu işin özünde.
Hayat dersi...
Tüm ayarların yenileniyor.
Bu ortamlar insanı kendiyle ve doğayla, doğasıyla barışmaya zorluyor.
Hayatla barışıyorsun onca zeytin dalının, yıldızın, ağacın altından geçtikçe.
Sorana sürekli “Ölene kadar Likya, hayatım boyunca Likya” diyorum.
Gelidonya Feneri’ne çıkarken secdeye yatmış o ağaç gözümde tütüyor koca sene. Korsan Koyu’ndan yukarı tırmanmaya başladığımızda ayak seslerimi kısmaya çalışıyorum. Nefesim hızlanınca gürültülü geliyor kulağıma. Yavaşlıyorum.
Doğanın kudretine saygımdan görünmez olmak istiyorum.
Efsaneye göre, batan gemilerde hayatını kaybedenlerin dağdan yukarıya, kulağımıza fısıldayacakları hikayeleri, nasihatleri dinlemek için çıt çıkarmadan ilerliyorum.
İhtimam kelimesi geldi tam şu an aklıma.
O tarihi yolun içinden geçip giderken attığım her adımı, aldığım her nefesi ihtimamla yaşıyorum.
Bastığım toprağa, dokunduğum havaya kıyamıyorum.
Yolumuz da gönlümüz de açık olsun.
Canım Likya Yolu Ultra Maratonum...
Tüm dileklerim, teşekkürlerim, hasretim ve hiç tükenmesin dediğim heyecanımla yine geliyorum.
Yonca
“Keçiboynuzu”
Paylaş