Paylaş
Havadaki elektrik yükünü toprağa aktarmayı amaçlayan bir araç.
Tam bir “yıldırımsavar” gibi hissediyorum.
Sokakta, evde, uykuda, yan evde, Türkiye’de, dünyada her ne oluyorsa üzen, kıran, döken, inciten, acıtan, yakıp kül eden, alev aldıran; hepsini bir şekilde tam kalbimin içinde, omuzlarımın üstünde hissediyorum.
Hepsini çekip içime, üstüme alıyorum. Taşımakta çok zorlanıyorum.
Her şey o kadar ağır geliyor.
Herkül olsa, yere yapışır.
Ama ben, bir şekilde dizlerimi büktüm, belimden eğildim; derin nefesler alıp vererek bebek adımları ile ilerlemeye, devam etmeye çalışıyorum.
Ayaklarıma hiçbir şey giymemeye özen gösteriyorum.
Yani ayaklarım özgür olsun; taşa, toprağa, betona, mermere, artık zemin neyse ona bir şekilde değsin ve üzerime çekip topladığım tüm elektrik toprağa aksın diye uğraşıyorum.
Sessiz bir uğraş benimkisi.
Sosyal medyadan, e-postalardan, telefonlardan uzaklaştım.
En iyi şey bu.
İnanılmaz zaman kazandım.
Öyle çok zamanım oldu ki, ben de şaşırdım. Sabah güneşle bir kalkıp sadece güneşe bakıyorum, güneşe baktığımı kimseyle paylaşmıyorum.
Telefonu nerede bıraktığımı unuttuğum için bulamadım uzunca süre. Kulaklarım yeniden hayatı duymaya başladı, gelen mesaj cıklaması yerine!
Evde boş duran, işe yaramayan; şişe kutusundan kapağa, aklınıza bir ailenin saçma sapan biriktirebileceği ne kadar saçmalık varsa, her birini yeniden değerlendirmek ve hayata döndürmek için çalışıyorum.
Her gün mutlaka toprakla haşır neşir oluyorum. Çiçek ekiyorum. Yiyecek atıklarımızı toprağa gömüyorum. Ellerimle toprağı okşuyorum. Çıplak ayaklarımla toprağa basıp gözlerimi göğe dikiyorum. Derin mavi nefesler alıyorum.
Arı gibi çalışıyorum. Gerçek bir arı gibi.
Herkesin odasına, salona, mutfağa, boş köşelere mini yeşil hayatlar yarattım.
Mesela kokteyl kürdanları vardı, deniz kenarından toplanmış taşlar, nereden geldiği bilinmez boncuklar, eskiden kalma çocuk oyuncakları.
Şampanya kutularının, tahta şarap kutularının içine kaktüsler dikip onlarla süsledim. Çok güzel oldu.
Küçülmüş, giyilmeyen, şımarıkça alınıp aslında hiç de kimsenin zevkine, işine yaramayan, üzerinde etiketiyle duran ne varsa topladım; ihtiyacı olanlara mis gibi hazırladım, dağıttım.
Rokalarım tohuma kaçmıştı, Destina o tohumları topladı. Aslan Cem ağacın kurumuş dallarını budadı. Seneye ateş için dolu odunum, çalı çırpım oldu.
Budanacak ağaçların hepsi budandı. Bahçem nefes aldı, güneş toprağa değer oldu.
Yeni dal veren çöl güllerinden çoğalttım. Saksıları da hazır.
Çocukların odalarını yeniden ayıkladım, derledim. Mis gibi oldu.
Baharla birlikte, evimizi dip bucak elden geçiriyorum. Hayatımızı temizlediğimi, her şeyi sil baştan yarattığımı düşünerek rahatlamaya çalışıyorum.
Çocuklarım da zor günler geçiriyor. Arka arkaya üzücü haberler aldılar. İlk büyük sarsıntılar arka arkaya geldi.
Elime alıp temizlediğim her şeyle, sanki kalbim, bedenim de hafifliyor, iyileşiyor.
Abartmıyorum, evden en az 3 ton yük kaldırmışımdır.
Bir düşündüm, şu bedenlerimizle taşıyabilir miydik?
İmkansız!
Peki neden birikiyor bunca şey?
Adına ister çöp de, ister yük... Hayatındaki, evindeki, çekmecendeki tüm fazlalıklar yük işte.
Orada duracağına, biri kullansın mutlu olsun. Veya geri dönüşüm yap. Ne güzel kelime “geri dönüşüm”, ölüyü diriltmek gibi, bir tür hayat vermek işte.
Bu ara üzerimde toplanan tüm elektriği atmam için en iyi yöntem bu oldu benim için.
Paylaşmak istedim.
Belki siz de benim gibi her şeyden çok etkilendiğiniz bir dönemde çaresiz hissediyorsunuz. Ben ağırlıklardan, susuzluktan, özensizlikten boynu bükülmüş bir bitki gibiydim; çekirdeğime özen gösterdikçe ayağa kalkmaya, gücümü bulmaya, yüzümü güneşe dönmeye, çiçek açmaya başladım.
İçimden tek gelen bu; sessiz sedasız, eski usul, herkese göstere göstere değil, özde çalışmak.
Hadi bir gayret...
Yonca
“yağmur”
Paylaş