Paylaş
Çocuk yürüyebildiği yaşta ama ya pusete bağlı, ya kucakta. Bazen çocuk kucaktan inmek için yırtınıyor. Hayır, inemez.
Anne perişan taşımaktan ama bırakmıyor.
Canım arkadaşım;
Bak büyümüş artık yavrun, bırak.
Senden kopmasından, bağımsız olmasından endişelenme.
O hazırsa... Sen de hazırsındır. Güven.
Göbek bağını kestik bitti.
Bırak ayakları yere bassın özgürce.
Yonca
“tay tay”
Eller havada çocuklar
Bir de yeni yürümeye başlamış çocukların ellerini tutup hiç bırakmayanları görüyorum. Çocuk belki 10 adım atıp emekleyerek devam edecek veya yönü kendi belirleyecek. Sağa değil de sola gidecek. De ki 5 değil, 10 metre gidecek, geri dönecek. Belki de pıt düşecek...
Ne deneme, ne yanılma, ne yön seçme, ne düşme ne de kalkma hakkı var çocuğun.
Büyük kişi tutmuş ellerinden, direksiyon gibi yönetiyor.
Çocuk da elleri havada asılı mahkûm.
Gözü başka tarafta, kendisi öteki tarafa sürükleniyor.
Bir ara emeklemek için diz çökesi var, belki yoruldu. Konuşamıyor ki anlatsın derdini, beden dilini kullanıyor.
Yoooo olamaz. Dizlerini yere değdiremez.
Hoppaaa ayakları yerden kesilerekten havalandırılıp ayakların üstüne konuyor ve yine büyüğün istediği yöne uygun adım ilerliyor.
Bu bir yeşil alanda da olabiliyor, bir otel bahçesinde de, çocuk parkında da.
Çocuğun güvenli olduğu bir alanda bile çocuğu bırakmıyoruz kendi haline.
Kendi evinde çocuğu rahat bırakmayanı da var.
Elleri, gözü, ayakları, tercihleri hep bağlı çocukların.
Bıraksak azıcık çocukları.
Kendi kendine sınırlarını keşfetme, öğrenme şansı versek.
Düşmek güzeldir. Ayağa kalkmasını öğrenirsin.
Ağlamak iyidir. Annen sarılır öper, gülersin.
Yönünü şaşırmak da iyidir. Yolunu bulmayı bilirsin.
Elleri bağlı olmak, hayatta da bağımlı yapar seni.
Senin belin, çocuğun da geleceği zedelenir.
Bırak o elleri...
Sen rahat, çocuk rahat.
Di mi?
Yonca
“pusula”
Çocuklarım isyan etti
17 yıldır gurbetteyiz.
Çocuklarımız tarihimiz hakkında ne öğrenmek isterlerse hemen anlatmayı seven bir aileyiz. 18 Mart Çanakkale Zaferi ile ilgili konuşuyorduk. Belgesel sordular, film izlemek istediler. Çok zaman yoktu. Önerilenlerden birini seçtik.
İzledik.
Bütün bir filmi Atatürk’ü görmek için izledi kızım. En az 100 kere sordu: “Atatürk çıkacak mı? Ne zaman çıkacak? Atatürk’ü görmek istiyorum.” Ve yok. Atatürk yok, çıkmadı. Çıkmıyor.
Çıkmayacak dedim.
Çocuk isyan etti.
“Neden göremiyoruz Atatürk’ü? Hep mektup, hep ses. Kendisi yok. Savaşı yöneten de, kazanan da o. Savaşanlar arasında o da var. Bir kahraman ve yok. Tarih yazmış ama ben izleyemiyorum” dedi.
“Hakkında onlarca film, belgesel olması lazım, onun da canlandırılması gerek” dedi.
Açıklamaya çalıştım.
Anlamsız buldu. “Haksızlık” dedi. Nesiller değişti. Biz bir türlü uyum sağlayamadık gitti.
Bunca görsel şölen içinde yaşayan çocuklara, gençlere bu tabuları nasıl anlatacağız? Kendimizi kandırmaya devam yani. Yok ona yakışmaz, bu uygun olmaz, o beceremedi, bu iyi olmadı vesaire diye diye geldi geçiyor zaman. Olanı da yerden yere vuruyoruz sürekli.
Kitaplardan tarihimiz siliniyor diye ayağa kalkıyoruz. Çocuklara bir şey anlatılmıyor filan diye üzülüyoruz.
İyi de arkadaşlar, televizyon bile değil Youtube izleyen, her şeyi sosyal medyadan takip eden, filmleri bilmem kaç boyut olunca anca beğenen nesillere neyi nasıl anlatmayı planlıyoruz?
Tarih yazmış koca Mustafa Kemal yok sahnelerde, savaş kaybeden, soykırım yapan diktatör hakkında 100 tane film var, her dilde. Çocuklar görmek, duymak, izlemek istiyorlar. Bilgi ve ilgilerinize.
Yonca
“geliş tonton geliş”
Paylaş