Paylaş
Yemeğini yemesi için kaşıkla çocuğunun peşinden koşan anne dönemini kapatan memleket, ıslak mayoyla durulmaz dönemine girmişti.
Biz çocukken, tek mayomuz vardı.
O mayo üzerimizde ıslanır ve kururdu.
Tavada balık, mangalda et, soğan kavurma kokusuna dayanamayan insanımız, bir bakıyorum bahçe ilaçlaması kokusuyla aşk yaşıyor.
Türlü çeşit zehirli kimyasal ilaç bulutunda gülümseyerek oturan insanlar görüyorum her yerde.
Ne ilginçtir ki bütün çocuklarda alerji, astım vesaire. Bak sen ne ilginç?
Köfte kokusundan alerji olunmadığına göre ilaçlama olabilir mi nedeni sizce?
Bastıkları çimen, toprak, çocukları emeklesin diye saldıkları zemin feci bir zehirle kaplı ama onlar balık kokusundan veya ıslak mayodan korkuyorlar bir şekilde.
Denize girmek istemeyen çocuk zorla sokuluyor, denizden çıkmak istemeyen çocuksa zorla çıkarılıyor.
Top peşinde koşmak isteyen çocuğa elbirliğiyle karşı çıkılıyor, çocuk eline iPad alıp oturunca da “Elinden şu aleti bırakmıyor” diye herkes dert yanıyor.
Çocukları izliyorum. Gençleri...
Hiçbiri yaşını dümdüz söyleyemiyor.
Soruyorsun; 13 yaşından gün alıyor ama 12, 17’sinden gün alıyor ama 16.
Aslan Cem’e sordular “Yaşın kaç?” diye, isyan ederek cevap verdi: “13 yaşındayım, hiçbir yerden gün almıyorum!” Bastık kahkahayı.
Bir genç kızla sohbet ediyorum. “En sevdiğin şey ne?” diye soruyorum, annesi cevap veriyor “Sosyalde iyi” diye, kız da ekliyor “Ben sosyalde iyiyim” diye.
Ben, “Yok yok boş zamanında ne seversin?” diyorum kıza, yine annesi boş zamanı olmadığını söylüyor. Kız da, “Matematik dersi almam gerek” diyor.
“Peki sence senin en güçlü olduğun yönün ne?” diyorum. Annesi “matematik” diyor, kız “İngilizce” diyor, ben sanıyorum ki “çalışkanlık” diyecek.
En önce hep anneler, babalar cevap veriyor.
Bense çocukların sesini, sözünü, fikrini duymak, onlarla sohbet etmek istiyorum.
25 dakika uğraşıyorum, ders dışında keyif aldığı bir şeyi öğrenmek için.
1 saat sonunda kendi hakkında kötü olmayan bir şey söyletebilirsem, kendimi Nobel almış sayıyorum. Ki bu arada onun yerine cevap vermek isteyen veya “Ay sizi bunalttı galiba” diyen annesini aşabilirsem, bence iki Nobel verelim bana.
Yan masamızda bir aile yemek yiyor.
Anne-kız kavga ediyorlar. Baba “Yeter!” diyor. Anne de dönüp kızına “Senin yüzünden kocamla aram bozuluyor” diyor. Kalbime hançerler saplanıyor.
Hangi birine üzüleceğimi bilemiyorum.
Annenin çaresizliğine mi, kızın duyduğu şu cümleye mi, masada yapayalnız onlara bakan küçük kardeşe mi, etkisiz elemanmışçasına duran babaya mı?
Annelerle bir doğa kampına gitmek isterdim.
Yüreklerindeki yükleri, endişeleri, tasaları hafifletebilmek, hayata dönmelerini sağlamak adına onları dinlemek için.
Çocukların sorulara kendilerinin cevap verebileceklerini, sohbet edebileceklerini, anne-babalarının sandığından başka şeylere ilgilerinin olabileceğini ve bunu ifade etmelerinin sonunda ölüm olmadığını hatırlatmak isterdim.
Çocuklara, gençlere hiçbir nefes alma alanının bırakılmadığı, konuşmalarının bile imkansız olduğu mekan ve ortamlarda ellerine o aleti alıp sessizlikle arkadaş olmaktan başka çarelerinin kalmadığını...
Sırf büyüklere uygun ortamlardan başka ortam olmayınca da, yaşlarını büyütmek zorunda kaldıklarını anlatabilmek isterdim.
Bir nefes alın canım anneler!
Bir durun.
Tam o dilinizin ucuna gelen şeyi söyleyecekken bir bakın bakalım aslında o an kendinize ne yapmak istersiniz; çay mı, kahve mi, bir müzik açmak veya gazeteyi ele alıp okumak mı? Odaya gidip ağlamak mı? Ne?
Yaramız, yükümüz, kaygı ve endişemiz çok.
Maskeyi önce kendine takacak halin kalmamış, anlıyorum canım anne.
İlişkini bir mayo, bir top, bir kaşık yemekle sınırlayıp belirleme.
Çocuğun iyi ve büyüyecek.
Öyle ya da böyle.
Güven, dürüstlük, özgürlük, bağımsızlık, adalet için tartışmaya varım hepsiyle.
Islak mayo için onu da kendini de bu kadar üzme.
Bir sade Türk kahvesi söyle benden kendine.
Yonca
“sırılsıklam”
Paylaş