Paylaş
Bu birinci durum.
Varsayım şu; e sen de ekran başındasın, nasıl haberin olmaz?
Veya, senin işinin parçası bu, haberin olmak zorunda.
Haberin varsa -ki olmalı- bunu da belli et, tavrını koy, tarafını belli et.
İnanılmaz bir baskı.
Yani sanki bütün memleket her şeyi Twitter, Facebook ve Instagram’dan takip ediyor. Etmeyen yok.
Oysa hiç öyle değil. Bunu ilk Gezi zamanı fark etmiştim. Orada neler olduğundan hiç haberi olmayan ne çok taksiciye denk gelmiştim. Şaşıp kalmıştım haberdar olmamalarından.
Bir şey anlatmak, sesini duyurmak istiyorsan, her yerden duyurman lazım. Her kanaldan bağırman lazım.
Herkes kendi takip ettiğinin verdiği haber kadar bilgili hem.
Ne kimse devir iletişim devri diye sürekli her şeyden haberdar olmak zorunda, ne de haberi var diye illa sanal ortamda bir şey yapmak zorunda.
İnsan belki kendi köşesinde bir şey yapıyordur... Ama yok, göstere göstere yapmasını istiyor oradaki ortam ve takipçi aslında.
Ne acayip, ne yorucu.
Devir çok yıpratıcı.
Sonra duymak, bilmek istemediğin kadar çok şey görüp duyuyorsun.
Eskiden çok daha az haber alma şansımız vardı belki ama, bu kadar haber kirliliği de yoktu.
Yazıların, paylaşımların, fotoğrafların altına bırakılan yorum terörü/şiddeti de yoktu.
Hiç tanımadığım birtakım insanlardan bıraktıkları vahşi/yıkıcı yorumlardan dolayı nefret ettim.
Şiddete maruz kalıyoruz bir bakıma.
Bu duygudan, yani tanımadığım birinin kustuğu nefrete karşı duyduğum üzüntü ve öfkeden nasıl kurtulacağımı bilemiyorum.
Biri bir fotoğraf paylaşmış; altına nasıl bu kadar feci şeyler yazılabiliyor ve bunun neresi özgürlük oluyor anlamıyorum.
Eleştiri değil, kin nefret kusan kusana. Hakaretler havada uçuşuyor.
Hani ne bileyim, annelik, yaşlılık, çocukluk gibi kavramlara bir saygı/sevgi olurdu.
Yok kardeşim.
Eskiden hiç tanımadığım biri bu kadar körü körüne yıkıcı olabiliyor diye nefret ve öfke duyma şansım da yoktu.
Bilmiyordum ben o canavar kişisinin varlığını.
Onun da nefretini ona buna yazıp sataşarak evrene salma şansı, mekanı yoktu belki. Kendi kuyusunda debelenip gidiyordu.
Nefret ortama saçıldıkça, bizler de onları görüp duyup üzüldükçe, canımız acıdıkça, her yerimizi sardı bu vahşilik.
Salgın gibi.
Bu işkence ne zaman, nasıl biter peki?
Ben tanıdığım güzel insanların olduğu küçük ve samimi dünyamı özledim.
Sanal ortamın verdiği sözde özgürlük tanımının yarattığı duygusal terörden bitkinim.
Yonca “uf”
Paylaş