Paylaş
Yeniden doğmuş gibi hissediyorum o zaman.
Ne çok badire atlatıyoruz şu hayatı yaşarken.
Bir sene içinde neler neler oluyor, bitiyor, geliyor, geçiyor.
Ve bir şeyi atlattığımız zaman ne çabuk unutuyoruz neleri atlattığımızı değil mi?
Ne kadar az şükrediyoruz kimi zaman...
Az şükrettiğimi fark ettiğim anda başlıyorum çatır çutur şükretmeye.
Arayı kapatmak, borcumu ödemek istercesine.
Oysa başına bir şey gelmeden de elinde olanlara şükretmek esas mesele.
Her yaz illa bir şükretme çılgınlığına bulanıyorum resmen.
Yaz çocuğuyum, acaba ondan mı?
Yok yok, ondan değil. Doğanın dibine, ta içine giriyorum her yaz da ondan. Doğaya baktıkça şükretmek elzem oluyor. Geri kalan her şey anlamını yitiriyor. Boş oluyor.
Sonra da başlıyorum sayıklamaya; ne olur, ne olur beni doğadan uzaklaştırma hayat! Ne olur beni yeşilden, maviden uzak kılma.
Kafamı kaldırdığımda başım çamlara değsin, ayağım toprağa bulansın. Tenimde tuz kokusu olsun.
Saçlarım öyle bir karışsın ki, açılmasın belki de. Dağınık kalayım doğanın içinde. Essin deli rüzgar isterse. Dalgalar yorsun beni. Kıyıdan gelen deniz sesi dinlendirsin içimi.
Üstüm başım, ne taşıdığım, kim olduğum değil de, nasıl her nefeste umut aldığım olsun tek derdim...
Çocuklar gülüşsün sağda solda. Kırlangıçlar uçsun daireler halinde başımın üstünde.
** ** **
Ne çok tantana, ne çok gösteriş yükü edindirdi bu acayip dünya bize.
Oysa cıscıbıldak geldik, öyle de gideceğiz. Anlamıyorum bazen bitmek bilmeyen tüketme halimizi. Ne çok şeyi ne delice ve arsızca tüketiyoruz.
Eşyaları geçtim, esas hayatı tüketiyoruz tam tadına bakmadan.
Aşkları, sevgileri tüketiyoruz kimi zaman değerini bilip korumadan.
Ne çok elalem tasaları taşıyoruz üzerimize yapışan.
Kim yahu bu elalem? Ne işi var gözünün, dilinin üstümde?
Ne hakla hak iddia ediyor yaşam şeklim üzerinde?
Hadi yavrum işine!
** ** **
Hırvatistan’dan yazıyorum şu satırları size.
Karşımda koskocaman bir dolunay duruyor. Denizin üzerinde yansıması göz kamaştırıyor.
Akşama doğru gökyüzü pespembe bir renk aldı karşımda. Güneş arkamda batıyor olmasa, karşımda doğanın dolunay olmasına inanamazdım.
Günbatımı sanacak olduğun bir manzaraya bakarken doğdu dolunay karşımda.
Tanımların hepsini yerle bir etti Ay o anda.
Aklımı altüst eden Hırvatistan oldu belki de. Sanırım çocukluğumdan beri bu kadar temiz, bu kadar iyi korunmuş, masumiyetine sahip çıkılmış bir doğa görmedim.
Sadelik sarhoş etti beni.
Sakinlik, koşturtmayan zaman, kasmayan insanlar iyi geldi.
Arkadaşlarıma bakıp “İyi ki varsınız!” diyebilmek, gönlümün kırıklarını temizledi. Denizin rengi, temizliği hem aşık etti beni kendine hem de içim azıcık burkuldu memleketimizi getirdiğimiz hali düşündükçe.
Sahiplenmek, korumak, tüketmek yerine yaşatmayı öğretmek ve miras bırakmak çocuklarımıza en büyük amacımız olsun diye diledim her nefeste.
Elinde olana saygı, sevgi ve özen göstermek. Şükretmek! Yetinmek!
İnsanlar olduğu kadarıyla mutlu buralarda. Fırsatçılık denen feci hastalık bulaşmamış. Kuş kondurulmuş gösterişli ama içi boş, “mış gibi” duran mutluluklar yok havada.
Hani eskiden bir ayakkabı üstümüzde eskiyene kadar dururdu ya, sonra da tamir ettirirdik yenisini hemen almadan. Sökük dikilir, hayat devam ederdi ya.
Onun gibi Hırvatistan’ın insana verdiği his. Nasıl anlatsam tam bilemedim. Çocukluğumun el değmemiş Marmaris’i sanki her yer.
Al kullan eskiMİŞcesine at, yenisini al tüket yok et hikayesi yok buralarda.
Al, sev, koru, kolla, sahip çık, değerlendir, yadigar olsun, anısı kalsın diyor burada bir şeyler insanın kulağına.
Yeniden doğmak gibi bir his veriyor sana yemyeşil doğa, masmavi buz gibi deniz.
Tam şu anda aramızdaki en küçüğümüz, Can Milan’ımız kocaman bir kahkaha atıyor ve ben daha fazla yazmak değil, o kahkahaya bakıp gülümsemek, o kıkırtılı sesi doya doya içime çekmek ve asla unutmamak için hafızama kaydetmek istiyorum.
Dolunay varken tam karşımda... Arkadaşlarım yanımdayken...
Yazmak da değil, şu anı yaşamak istiyorum.
Yonca
“uçuşkan”
Paylaş